2003 yılıydı. Irak’ın ABD tarafından işgalinin ardından Türkiye’de değişik çevrelerden, değişik siyasi eğilimlerden bir grup insan, bir araya geldik. Doğu Konferansı adını verdiğimiz bu grubun içinde gazeteciler ve akademisyenler yer alıyordu. Niyetimiz, bölge ülkelerindeki aydınlarla ilişki kurmak ve ABD işgaline karşı ortak bir tutum belirlemekti.
Meğer ne kadar da meraklıymışız o ana akıma kapılmaya, kurucu ideolojinin yanında konumlanmaya, onların yöntemlerini kullanmaya… Bakın, şimdi o kadınlardan biri, dizide “Senin de o huzurun bozulsun anne!” diye bağırdığında bozuluyorsunuz. O kadınlardan bir diğeri, “Bizler, kaçtığımızın ne olduğunu dahi unutmuşuz, İsmet Özel’in dediği gibi ‘savaş bitmiş ama biz cephede unutulmuşuz’. Ve dahası, biz kimden kaçtığımızı, artık kaçmamıza gerek olmadığını bile unutmuşuz. Çünkü o kadar uzun süre kaçtık ki, artık neyden kaçtığımızın önemi kalmadı, sadece kaçmaya odaklandık. Sahi, biz kimden kaçıyorduk anne?” diye yazdığında kızıyorsunuz.
Sadece İslam değil, bütün dinler hurafeler ve menkıbeler üzerinden yaşar. Yani dinler, “yaşanan din” üzerinden yaşar. Hiç tereddütsüz söyleyebiliriz ki, içinden hurafeleri ve menkıbeler ayıklanabilse, İslam diye bir din kalmaz, yeryüzünde Müslüman kalmaz. Kaplan’ın ve onun gibilerin parmak sallayabileceği kimse kalmaz. Kaplangiller tamamen işsiz kalır.
Gözleri önünde etrafta fink atan cari öcüleri görmeyenler, başörtüsü konusunda yanlış yaptık diye özür dilemiş, kendi medyasını bile karşısına alıp başörtüsü kanun değişikliği teklifi vermiş, seçim afişlerine ve muhtemelen aday listelerine başörtülü kadınları koyan Kılıçdaroğlu’nun aslında yalnız olduğu ya da takiyye yaptığı, Cumhurbaşkanı yardımcılıkları ilan edilmiş ittifaktaki muhafazakar parti liderlerinin onca belgeye, söze rağmen seçimden sonra tasfiye edilecekleri, yeni bir CHP vesayeti kurulacağı gibi cin, peri hikayeleri anlatıyor.
2000'deki ölüm oruçları nedeniyle, Bülent Bey’le yeniden karşılaşıp konuşmak durumundaydık. Yine Başbakandı. Yine cezaevlerini, yine mahkumların kaderini konuştuk. Onun “Keşke cezaevlerini gördükten sonra Başbakan olsaydım” cümlesini hatırladım.