Bediüzzaman Said Nursî’ye göre adalet, hürriyet ve meşveret, bir mü’minin olmazsa olmazıdır. Ortak aklı işletmektir aslolan. Vefat ettiği ana kadar onun başta kim olduğuna bakmaksızın istibdadın karşısında, hürriyet-adalet-meşvereti esas alan bir yönetim anlayışının ise yanında yer aldığı aşikârdır.
Birçoğumuz bu koalisyona sosyal demokrasinin gericilikle uzlaşması gözüyle baktık. O kısa ömürlü uzlaşma, henüz yeterince olgunlaşmadığı için iki taraftan da benimsenmedi. Sonra olanlar oldu. Bu koalisyon bozuldu, yerine “Milliyetçi Cephe” hükümeti kuruldu. Yani cepheler kuruldu. Savaş tamtamları arasında 12 Eylül 1980 askeri darbesine geldik. Askeri vesayet rejimi yeniden ihya oldu. Toplum kutuplara bölündükçe, askeri vesayet de o kadar rahat hareket ediyordu. 6’lı masayı bu açıdan tahlil edebiliriz.
İtiraf edin, siz de memleketin hallerini yanlış partilere oy verenlerden biliyorsunuz. Yanlış partiler? Yani sizin tercihiniz olmayan partiler. Memleketin halleri oy verenlerden kaynaklanmıyor, oy isteyenlerin, oy alanların yetersizliğinden kaynaklanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘yerli ve millî’yi ilk olarak 7 Haziran ve 1 Kasım (2015) seçimleri arasında kullandı. Tesadüf değildi. Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminden önce muhafazakâr kitleleri ‘millîliğe” davet eden bir dil geliştirmeye başlamıştı; iktidarını artık laiklik temelli kutuplaşma üzerinden götüremeyeceğini anlamıştı, ‘millîlik’ çok daha elverişli bir kutuplaşma imkânı vaat ediyordu. Ve kararını verdi: Türkiye siyasetindeki temel saflaşma eksenini ‘laiklik’ten ‘millîliğe’ çevirecekti.”
Silahlı, örgütlü İslamcı gruplar arasında en güçlüsü olan Taliban, Kabil’de iktidar koltuğuna oturdu. “İslami rejim” ilk iş olarak kadınları toplumsal hayattan atmaya başladı. Önce işyerlerini, ardından okulları, son olarak da üniversiteleri kadınlardan “arındırdı”. Kadınların sokağa çıkamadığı bir rejimi inşa ettiler. “Kadınların sokağa çıkması, okullara girmeleri fuhuşun yolunu açar” diyerek ahlaki gerekçelerini de ifade ettiler.