Seçmenin davranış şeklinin tek bir formülle açıklanması mümkün değil. Buna rağmen, 1946’dan bu yana yapılan çok partili seçimlerin büyük kısmında seçmen çoğunluğunun eğiliminin aşağı yukarı benzer şekilde geliştiğini görmek mümkün: Seçmen, yeniliğin, değişimin yanında durmaya, güç merkezlerinin dayatmalarına karşı direnmeye ve mazlum olarak gördüğü tarafı korumaya yatkın.
Batı cephesinde yeni bir şey yok. Geride bıraktığımızı sandığımız tarihin bizi yüz yıl sonra benzer bir tercihle karşı karşıya bıraktığını görmek can sıkıcı. Haksızlık etmemek için bu noktada bir izaha gerek var: DEVA ve Gelecek partileri, içinden geldikleri siyasi gelenek itibarıyla, partnerlerinden farklı olarak ittihatçı zihniyetten değiller. Ama onların varlığı bu koalisyonun niteliğini değiştirmeye yetmiyor. Unutmamak gerek ki geçen yüzyılın başındaki ittifak da sadece ittihatçılardan oluşmuyordu.
Süfli işlerde yaptığınız hatayı gizlemek kolay değil ve son derece yıkıcı etkileri olabilir. Hâlbuki soylu faaliyetlerle meşgul iseniz, mesela Platon veya Hegel olabilirsiniz. Sıradan bir insanın bile düşmeyeceği hatalara düştüğünüz, akla gelmeyecek ahmaklıklar yaptığınız halde yüzlerce, binlerce yıl boyunca saygıyla yâd edilebilirsiniz.
Bu sorunun cevabını tartışmaya, sanıyorum tam tersinden bir soruya başvurarak başlamamız gerekir: Erdoğan neden kazandı ve 20 yıl boyunca desteğini genişleterek iktidarını korumayı başardı?
İktidar yanlısı olunca başörtülü, iktidar yanlısı olmadığınızda başörtülü olsanız da başörtüsüz muamelesi görüyorsunuz. Başörtüsünün bir değer olduğuna inananlar, başörtülü kadınlar kendi tasarrufundan çıkınca, hiç imtina etmeden, “yazık o başındakine” diyebiliyor. Demek ki neymiş, mesele başörtüsüyle alakalı değilmiş, mesele başörtüsünü diledikleri gibi kullanabilme imtiyazıyla alakalıymış, aksi olsa hakaret edebilirler miydi?