Sivil hayatın içinde kurumlaşmış bu yapıların değerini, bu yaşadıklarımızın ardından daha iyi anladığımızı sanıyorum. Suçlamak ve susturmaya çalışmak yerine, dinlemeyi tercih edebilmeliyiz. Yanlışları ve doğruları, geçmişi ve geleceği, partizan gözlüklerini çıkararak, daha doğru değerlendirebiliriz.
Bütün geleneksel tarım toplumları gibi gerek Avrupa Ortaçağı, gerekse Osmanlı devleti kendi özel hukukî kılığını giydirir köylüsüne. Onu özerk küçük üretim faaliyetinin evrenselliği içinde bırakmaz; kendine râm eder. Üzerine oturur, vergi-rant ödeyici tebası olarak yeniden tanımlar. Bağımlılaştırır ve özelleştirir. Kâh malikâne sayımlarına, kâh tahrir defterlerine kaydeder. Yüzyıllar sonra bazıları sosyo-ekonomik tarih yaptığını zanneder, bu defterler üzerinden. Dikkatli olmazlarsa, köylüye yaklaşımlarında devletin hukukî kategorilerinin ötesine geçemezler.
Ülkemiz kendi trajedisi ve iç sorunlarıyla boğuşurken dünya yerinde saymıyor. Rusya-Ukrayna savaşının dünya ve öncelikle ülkemiz için yarattığı tehlike uzunca bir süre devam edeceğe benzer. Türkiye depremden sonra katlanarak artan iç sorunlarının üzerine bir de bu ve benzeri dış sorunlara muhatap olacaktır. Ne yazık ki pragmatik geçinen iktidarımız bu sorunlarla baş etmek için gerekli esnekliği göstereceğine dair henüz bir işaret vermiyor.
Böyle yoksun bir âlemde “mülksüzleşme” dört duvar arasına yahut depremlerin, felâketlerin, ekonominin enkazlarına sığan bir kelime, kavram değil. Sözlükte memlekete, âleme, devlete, bir sahiplik alanına uzanıyor anlam yelpazesi. Yerinden yurdundan olmak, işini, gücünü, gelirini, var olan yahut varsayılan “hayat”ını yitirmek de onun haznesinde. Bu geniş alanda demokratik haklar, söz hakkı da bir “mülk”.
Güzin Sarıoğlu’nun Taha Duymaz yazısını (19 Şubat 2023) okuduğumda düşündüm; bu bir tür köylü kroniği aslında. Daha doğrusu, Taha Duymaz’ın hayatı zaten bir köylü kroniği de, Sarıoğlu üslûbuyla, anlatımıyla, yirmi yıldan ibaret bir yaşam öyküsünün satırbaşlarını veriş tarzıyla bunu iyice hissettiriyor insana. Yazının popülerliği, rekor düzeyde okunması da biraz, yakaladığı bu epik-trajik damarla ilgili olmalı. Oysa janrın genelinde bu yok. Özellikle devletten ve hâkim sınıflardan kaynaklanan kroniklerde hiç yok. O kerte, bireysel devamlılığa, iç dünyalara, kişisel özlem ve acılara açılmıyor.