Cumhurbaşkanı’nın hafta sonu konuşmasındaki esas manşet şuydu. Erdoğan, PKK için “münfesih terör örgütü” dedi. Buradan ne anlıyoruz? Devlet için PKK artık kendini feshetmiş bir örgüt. Çözüm sürecinde ırmağın yarısı geçildi. Artık geriye dönüş mümkün değil…
Kürtler ve Aleviler düğümü çözmeden, “cumhurla barışmış bir cumhuriyet” ya da demokratik cumhuriyet yani gerçek cumhuriyet kurmak mümkün değil. “Doğru Türklük” kalıbını gevşetmedikçe, Kürt’le Türk’ün birlikte nefes alacağı bir alan açılamaz. Alevi meselesi çözülmeden Cumhuriyetin laiklik iddiası eksik kalır.
Anayasa, Türkçeyi "devletin resmi dili ve ortak iletişim dili" olarak korumaya devam etmelidir. Ancak bunun yanında “vatandaşların anadillerinde eğitim ve öğretim görebilme hakkını tanıyan” bir güvence hükmü eklenmesi mümkün ve gereklidir. Anayasa Uzlaşma Komisyonu sürecinde rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in önerdiği Bulgaristan Anayasası modeli, bu dengeye iyi bir örnektir: “Bulgar dilinin öğrenilmesi ve kullanılması, her Bulgar vatandaşı için bir hak ve yükümlülüktür. Anadili Bulgar dili olmayan vatandaşlar, zorunlu Bulgarca öğrenimi yanısıra kendi dillerini öğrenme ve kullanma hakkına sahiptirler. Resmi dilin kullanılacağı haller kanunla belirlenir.” Bu formül, resmi dili korurken anadilin kullanılması ve öğrenilmesi hakkını da güvence altına almaktadır.
“Sedat Peker’in avukatı” denildiğinde artan güven, sistemin değil gücün meşruiyet kazandığı bir çağda yaşadığımızı gösteriyor. İnsanlar artık adaleti ilke ya da kurumlarda değil, karizmatik figürlerde arıyor. Dr. Melfi sustu, Dexter konuştu. Biri uygarlığın iç sesi, diğeri onun bastırılmış öfkesi. Peki bugün kim haklı? Mahkemeler hâlâ karar veriyor, ama kimse adaletin varlığına gerçekten inanmıyor.
Adalet Bakanı'nın konuşmasından yapılabilecek en önemli çıkarım, Deprem soruşturma ve kovuşturmalarında adil ve hızlı bir sonuca ulaşılabilmesi, ancak nitelikli bilirkişi raporlarıyla mümkün olduğu gerçeğidir. Bu cümle, gerçeği tüm çıplaklığıyla özetliyor. Çünkü nitelikli bir bilirkişi raporu, hem tasarım, yapım ve kullanım süreçlerindeki yükümlülük ihlallerini doğru biçimde tespit eder hem de bu ihlallerle yıkım arasındaki nedensellik bağını somut ve denetlenebilir biçimde kurar. Ancak sahadaki gerçeklik bu idealle örtüşmüyor.