“Fransız ve Türk işkencecileri”ni yazacaktım. Ama evveliyatına daldım, 1950’leri bugünün ışığında düşünürken. Daha önce görmediğim benzerlik veya farkları görmeye başladım. İlginç bir an, imparatorlukların (veya Tek Parti yönetimlerinin, veya ezilen bir milletin yok sayılması üzerine kurulu “tek ulus, tek devlet” düzenlerinin) çözülmeye başlaması. Bir yanda vahşet var, diğer yanda açılım arayışları. Buna karşı ölümüne direnen “die-hardist” iflâh olmazlar. Sömürgeci yerleşimcileri örgütlemeye ve durdurmaya çalışanlar. Darbeciler, darbecileri tasfiye edenler, sonra darbecilere muhtaç olanlar. Övünenler ve pişman olanlar, işkencecilikten.
Orhan Pamuk’un 2002’de Kar kitabını yayınladıktan sonra başına gelenler ile 2021’de Veba Geceleri’ni yayınladıktan sonra başına gelenler, yıllar geçse de Türkiye’de bazı şeylerin değişmediğini gösteriyor.
Peki hazır iktidarda nassa olan teslimiyeti sözde de olsa ortada olan birileri varken ekonomik krizden çıkmak, Türk ekonomisine olan güveni tesis etmek, Türk lirası ve Türkiye’yi itibarlı hale getirmek için İslam’ın bir reçetesi yok mu? Elbette var ki bunlar İslam’ın temelini de oluşturan ve olmazsa olmaz sac ayakları adalet, ehliyet/liyakat ve istişaredir. Bu konularda da nas ortada, nas ortada olduğuna göre sana bana ne oluyor?
Ne kadar süre boğuştular? Belki birkaç dakika. Belki birkaç saniye. Şimdi salim kafayla düşününce ayıyla daha uzun bir süre boğuşmuş olamayacağını kendisi de kabul ediyor. Herkese yarım saatten uzun süre boğuştuğunu, ama bu sürenin kendisine asırlar gibi geldiğini söyleyip dursa da.
Pop ve Rock’ı saran Anadolu fırtınası, “Konservatuvar ekolü”nün de deneme uçuşu yaptığı bir alan. Ancak korolarla, aryalarla Klasik Batı Müziği formundaki uyarlamaların bazıları, “Yeter gari…” dedirtecek türkü kamuoyuna. O tarza gönülden uzak duranlar, Çetin Alp’in Eurovision’a katıldığı “Opera” şarkısı “0” puanla sonuncu olduğunda, rahat rahat içini dökme fırsatı da bulacak.