Baskı ve ayrımcılık gibi dinamikler Kürtlerin kimlik bilincini bileyleyip onları daha milliyetçileştirirken, göç ve eğitim gibi diğer bazı dinamikler de Kürtleri daha Türkiyeli yapıyor. Kürtler Türkiye’de, ama kimlikleri ve hakları teminat altına alınmış eşit bir vatandaş olarak yaşamayı istiyorlar.
Bir Yahudi’nin, paranoid-şizoid gücünü kullanarak efelenmesi, “Ben Türk’üm, var mı bana yan bakan?” diye ortalıkta dolanması açık ki Hıncal Bey’i (Uluç) sevindirecek, ama Yusuf Bey’i (Kaplan) üzecektir. Ben ise sadece birini değil, ikisini birden üzmek isterim. Ne yapmalı? Bilemiyorum ki.
Kim kendi hatalarından ya da başkasınınkilerden ders çıkarabilmiştir ki? Kendi hayatınızı gözünüzün önüne getirin! Aynı hatayı tekrar tekrar yaparız. Başkalarının başına gelenleri bildiğimiz halde biz yine de aynı hatayı işler dururuz. Akıllı kişi bininci nasihatin bitmesini beklemeden kendini düzelten kişidir deriz ama öyle akıllı bir kişi vaki midir? O halde tarih neden ders almak için malzeme yapılır?
Her yanından sular fışkıran köyün adı şimdi olmuş Kırkpınar. Mıgırdıç, Anadolulu. Bu toprakların acıları içinde yetişmiş, önemli bir yazar. Güçlü kalemi olan bir aydın. Onun öyküleri, denemeleri, yazıları, bir toplumun, yaşadığımız toprakların görmediğimiz, göremediğimiz gerçekleriyle bizi yüzleştiriyor. O Anadolu’nun sıradan insanlarını anlatırken, Diyarbakır Suriçi’ndeki yandaki Yahudi mahallesini öğrenirken, bir yakın tarih okuması yapıyoruz.
Dün (30 Mart) sabah Çiğdem Toker’in yazısının başlığını okuyanlar (“’Beşli çete’ diyene hapis gelmiyor”) eminim benim gibi “nasıl ya” diye tepki vermişlerdir. Çünkü kaç gündür muhalif gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medya hesaplarında, torba kanundaki “Beşli çete diyene hapis cezası geliyor” kesin bilgisi üzerine yorumlar yapılmaktaydı. Neyse ki kariyeri boyunca ilgi alanının sadece olgusal gerçek olduğunu defalarca kanıtlamış olan bir gazeteci, Çiğdem Toker, birbirimizi daha fazla gaza getirmeden bizi ‘gönüllerin gerçeği’nden alıp ‘gerçek’e taşıdı.