“Dalkavuklar, şaklabanlar bir devlet, bir toplum ve bir hüküm sahibi için, kanser hücresi gibidirler. Yedikleriyle hızla büyüyüp yayılırken, toplumu, devleti veya muktediri kaçınılmaz tükenişe sürüklerler. İşte bu nedenle kadim zamanlarda, bilge kralın yüzüne çıplak gerçekleri söyleyecek soytarısı olurdu, dar görüşlü ahmak kralın ise sadece duymak istediklerini konuşan dalkavuğu ve şakşakçıları…”
Tabii ki bütün yangın görevlileri hayatları pahasına çalışıyorlar ve ülke onlara minnettar. Ama özellikle ilk üç-dört gün için havadan müdahale desteğinin yetersiz kalması, farklı kurumlarla koordinasyon ve organizasyonun doğru dürüst olmaması, ciddi bir yönetim zaafı olarak görülüyor.
Avustralya’da yangınlar 240 gün sürdü. Ülkede gencinden yaşlısına, tam anlamıyla seferberlik ilan edilmişti. Bir yandan devasa yangınlarla mücadele eden ülkede, diğer yandan ülke içinde ve ülke dışında kampanyalar başlatıldı. Bu kampanyalar kapsamında yarım milyar dolar bağış toplandı. ABD, Yeni Zelanda, Singapur, Japonya, Kanada gibi ülkelerden Avustralya’ya destek ekipleri gönderildi. Türkiye bile yardım teklif etti.
Son beş yıldır siyasi alan daraltıldı, hak ve özgürlükler budandı. Çözüm süreci bütün kötülüklerin anası olarak yaftalandı. Askeri çözümden başka bir yol bilmeyen şahinler prim yaptı, demokratik çözümü savunan güvercinler aşağılandı, suçlandı. Bütün bu menfi manzaraya rağmen, yeni bir çözüm sürecine desteğin % 50’lerin üzerinde seyretmesi ve halkın neredeyse tamamının çözümü silahta külahta değil, siyasi ve sosyal mekanizmalarda araması, çok sevindirici.
Faşizm çağrışımlı, icabında faşizme giden çok tanıdık bir patika: tek ve tartışmasız bir “millî çıkar” varsayımı. Herkesin buna yüzde yüz uyma zarureti. Uymayanın milletten dışlanması, hain ilân edilmesi. Peki ama demokrasi bunun neresinde? Çoğulculuk, görüş çeşitliliği, herkesin millet için neyin iyi olduğunu kendince yorumlayabilme özgürlüğü, bunun neresinde?