Orhan Veli’nin bir “Altındağ” şiiri vardır. Kenar mahallenin küçük, dar gelirli insanlarının rüyalarını anlatır. “Biri bir koca görür rüyasında: / Yüz lira maaşlı kibar bir adam. / (…) / Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye; / Bulaşıksa kendi bulaşıkları.” Sonra “Lağamcının hamam rüyasıdır, / Rüyaların en güzeli. / Uzanır yatar göbek taşına; / Tellaklar gelip dizilir yanıbaşına.”
Dünya Sağlık Örgütü koronavirüsün varyantlarına lakap veya mahlas olarak Yunan alfabesinin harflerini takıyor. Dünya Sağlık Örgütü gibi ağırbaşlı bir kurumun aklına bu eğlenceli alfabeyi kullanmak nereden geldi? Irkçılıktan kurtulmanın yolunu ararken geldi.
Beştepe’de özel zirve toplanmasına, Jandarma ve Emniyet’in ortak bildiri yayınlanmasına neden olan bildiriyi yazan ve öncülük eden emekli amiral, bir Whatsapp grupta bunları yaparken meğer henüz Türkiye’de yaygınlaşmamış Kovid-19 aşısını erkenden olmak için Moskova’daymış.
Cumhuriyet mitingleri günlerinde biri çıkıp da 15 yıl sonrasında devletle AK Parti’nin ilişkisinin karşılıklı düşmanlıktan karşılıklı muhtaçlık biçimine dönüşeceğini öne sürseydi, muhalifinden muvafıkına herkes ona deli muamelesi çekerdi. Fakat işte şimdi o noktadayız. Peki buraya nasıl gelindi? Erdoğan, devletin gönül tellerini ilk ne zaman titretti ve sonrası nasıl gelişti? Bugün ve önümüzdeki birkaç yazıda: Erdoğan’la devletin simbiyotik ilişkisinin özet tarihi.
Bakanın ötesinde güçler, rollerini oynuyordu. Bir aşk skandalıyla tasfiye edilmişti ama o olayı patlatan gazetenin bunu bir habercilik faaliyeti olarak yaptığını söyleyemeyiz. Çalışkan ve cesur bir İçişleri Bakanı, darbe yoluna engel çıkarabilir, kontrgerillanın eylem planlarını bozabilirdi. Bu engel kaldırılmak istenmişti. Bir komploya kurban gittiği ortadaydı.