Bazı yorumcular meselenin Erdoğan’ın devrilmesi olduğuna, tüm gücün buraya seferber edilmesi gerektiğine inanıyor. Ülkedeki olan ve olmayan her şey doğrusal bir nedensellik bağı ile Erdoğan’ın iradesine bağlanıyor. Bu görüşü bir sokak röportajında okusak yadırgamayabiliriz. Ama kendisine ilave anlama payesi veren kişilerden duyduğumuzda ortada başka bir mesele olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Esas olay siyaseti irdelemek, anlamak değil. İstenen bir sonuç var ve o denli isteniyor ki anlama çabasının risk taşımasından ürküp, sonucu garanti eden bir analiz öneriliyor.
"O işadamı polisle dalga geçtiği videoyu bizzat kendi çektirmese, o hakim firari mafya liderine fotoğrafçılık yapmasa, o emniyet müdürü kaçak para için arabasını sınıra göndermese, o emniyet müdürü boğazda köşk sahibi olmasa bütün bunlar da bilinmeyecekti. Bu sayede buzdağının bir kısmını görebiliyoruz. Gördüğümüz kısım, göremediğimiz kısım hakkında şunu dedirtmeye yetiyor: 'Çürümüş bir şeyler var şu Danimarka krallığında.'"
Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanların, sıradan bir binaya bir kat daha eklemek uğruna böyle muhteşem bir eserin siluetini perdelemelerine, İstanbul’un görsel kimliğini bozmalarına asla müsaade edilemez. Bu, tarihe, İstanbul’a ve geleceğe yapılan büyük bir haksızlık olacaktır.
Toplumsal çeşitliliğin meşruiyet bulduğu zihniyet(ler) nasıl gelişecek? Bu sorunun cevabına imkân sağlayacak bir ışığı göremediğimden, (geçen yazımda) mağaranın dışına koşanların acele etmemeleri gerektiğini söyledim. Tarihte aheste yürümeyi tercih ediyorum. Zihniyet değişimi olmadan gerçekten köklü meselelere çözüm bulabileceğinize inanıyorsanız, bir sonraki mağarada görüşmek üzere.
Türkiye’de kanunlar bazı alanlarda toplumsal kültürümüzden daha ileri hükümler içeriyor. Bunda Avrupa Birliği’ne uyum yasalarının da bir rolü olduğunu biliyoruz. Şimdi geri vitese takılmış şekilde, kazanımların tasfiye edildiği bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçten en çok kadınlar zarar görüyor. Kadınların hakkı hukuku korunaklı olmaktan çıkarılmak isteniyor.