Sokaklara bir yorgunluk çökmüş gibi. Kapalıçarşı’nın kapısında duruyorum. Eski cıvıltı kalmamış. Beni tanıyanlar, “Bu dolar nerede durur?” diye soruyorlar. “Artık erken seçim olmaz değil mi?” diyorlar. Trafik çok rahatlamış. Üst üste gelen benzin ve motorin zammı şehirde özel araçla dolaşmayı çok pahalı hale getirmiş. Bizim gazetenin şoförleri bu durumdan memnun.
Barcelona’da Bayern Münih’te ve son olarak Manchester City’de bu baş döndürücü oyunun hamurunu yoğuran adamlardan birisi şimdi Galatasaray fırınında işbaşı yaptı. Bu adamın zamana ihtiyacı var. Herkes bildiklerine ve yaptıklarına saygı duyarak ona ihtiyaç duyduğu zamanı tanımalıdır.
Osmanlı elitleri, 1860’lı yıllardan itibaren İsviçre’yi mesken tutmaya başlarlar. Bir şekilde yolu İsviçre’den geçen bu elitler, Osmanlı İmparatorluğu’nun çözüldüğü ve yeni bir Türkiye’nin kurulduğu günlerde belirleyici bir rol oynarlar. Hans-Lukas Kieser “Türklüğe İhtida”* adlı eserinde, yakın dönem Osmanlı-Türkiye tarihine bir şekilde damgasını vuran bu elitlerin İsviçre’deki ayak izlerini sürer.
Şu an muhalefet bloğunu oluşturan partilerin sayısının çokluğu bir dezavantaj gibi görünse de eğer süreç iyi yönetilirse bu durum avantaja dönüşebilir. Partilerin her biri çok farklı gelenek ve tarihsel tecrübelerden geliyor. Tam da bu nedenle, pozitif bir enerji yakalayarak, ortaklaşa işler başarabilirler.
Toplumların esenliğinin göstergelerinden biri de ortaklaşa sevilen insanlar çokluğu… Böyle insanların sayısı ne kadar çoksa o toplum o kadar huzurludur. Kutuplaşmadan, ayrışmadan beslenenlerin onları hedef alması doğal… Bundan tam 15 yıl önce yazdığım (Ocak, 2007) portresinde Sezen Aksu’yu ve müziğini ‘ortak hayat’ımızdaki önemi açısından ele almıştım. 15 yıl sonra, onu nefretlerinin nesnesi haline getirmeye çalışanlara karşı o portreyi Serbestiyet okurlarıyla bir kez daha paylaşıyorum.