Giriş katında oturup yalnızlığına, kaderine, sıla hasretine gergef işleyen kadınlar belirdi pencerelerde… O nakışlarda hapsolan ömürler, penceresi hep örtülü hayaller vardı bir de. Bazısının sadece torununa masal gibi anlattığı… Oysa saçlarını pencerenin yanında, güneşte tarayarak kuruturdu eskiden genç kızlar, yoksa ben mi öyle hayal ettim.
Kafası dumanlanmaya başladığında kalktı, evine gitti. Yalnızlıktan ilk defa böylesine haz duyuyordu. Sevgilisine gitmekten son anda vazgeçmiş olduğu için kendini kutladı. Onu son gördüğü haliyle gözünün önüne getirdi. Esmer yüzünü çevreleyen kıvırcık kızıl saçlarıyla, küçük bir kız çocuğu gibi cilveler yaparken... İçini yokladı. Ona artık âşık olmadığını fark etti şaşkınlıkla.
Meğer üzerine 100 yıl boyunca adlarını yan yana yazınca bile bir sayfayı dolduran onlarca rapor yazılıp çözüm yolları aranan mesele aslında hiç yokmuş. Bu yokluk da ilk kez keşfedilmiyor.
Çocukluk hayalini gerçekleştirebilmek için yalnız ülkesinin değil, bütün bir Avrupa’nın liderliğini gönül rızasıyla, sevinçle bırakan bir lideri, iktidarlarını bir türlü bırakamayan ve bu nedenle son dönemlerinde istiskale varan muamelelere maruz kalan Türk siyasetçilerle kıyaslamak can sıkıcı, hüzün verici bir uğraş ama bu yazıda bunu yapmaya çalışacağım.
AK Parti’ye kapıyı kapatmış olan seçmenlerin eski partilerine tekrar kapıyı açmaları “zor” görünüyor ama başka bir kapıya da gönül rahatlığıyla gitmeleri söz konusu değil. Velhâsıl-ı kelâm, iki önemli gerçek var önümüzde: Bir, oyu erimesine rağmen AK Parti memleketin toplumsal tabanı en geniş partisi olma vasfını koruyor. Ve iki, Türkiye’de büyük bir kararsızlar havuzu var ve bu havuza en çok seçmeni AK Parti akıtıyor.