Kayser-i Rum unvanını benimseyen II. Mehmed kendini Bizans’ın ve Bizans üzerinden Roma’nın varisi olarak konumlandırdı. İmajını da buna uygun, zamanına göre çağdaş bir İtalyan-Osmanlı estetiğiyle şekillendirmeye özen gösterdi. Sultanın sanatsal himayesi sadece kişisel zevkleriyle değil, aynı zamanda Rûmî (Doğu Romalı) bir jeopolitik pozisyon ve kültürel kimlik tahayyülüyle biçimlendi. Bu stilistik çoğulculuk, II. Mehmed’in kendi görsel tanıtımına ilişkin karar ve tercihlerinde somutlandı.
Biliyorsunuz, HDP’ye uygulanan koyu ambargo vesilesiyle Türkiye’deki medya düzeninin acıklı halini hatırladığımız bir tartışma yaşandı geçtiğimiz günlerde. Kimi olsa utandıracak bir adaletsizlik yüzlerine vurulunca,...
Kutuplaşma, (kendi) okurları tarafından cezalandırılmayacağına güvendiği için, yalan olduğunu bildiğini risksiz bir biçimde yayma imkânını veriyor iktidar gazetecisine... O noktadan sonra, toplumu açık yalanlardan koruyacak yegâne güvence olarak geriye gazetecinin kendi ahlaki kaygıları kalıyor. Eh, orada da problem varsa, işte o zaman ‘sanal hafıza sergisi’ndeki ‘iş’ler çıkıyor ortaya.
Meclis’teki sandalyelere göre; AK Parti-MHP ittifakı barolar konusundaki kanunu çıkarmaya yetecek çoğunluğa sahip. İsteseler kanunu bir günde çıkarabilirler. Ancak daha önce pek tanık olmadığımız bir yaklaşım söz konusu. “Çoklu baro” sistemine baro başkanlarının gösterdiği tepki, iktidar saflarında da kafa karışıklığı yarattı.
Peki, muhalefet bu zorlukları aşabilir mi? Bir mutabakata varabilir mi? Muhalefetin üç parçası, iktidarın karşısına bir bütün olarak çıkabilir mi? Zannımca cevabın ne yönde teşekkül edeceğini belirleyecek üç kavram var: İhtiyaç, sorumluluk ve cesaret.