AKP artık sadece sosyolojik anlamda değil, siyasi açıdan da bir merkez. Orta sınıfın genişleyip güç kazanması heterojen bir kimliksel yapıyı AKP tabanı haline getirmişti. Şimdi ideolojik tercihlerin de bir arada bulunabileceği bir ‘şemsiye’ olma yolunda eline bir şans geçti.
“Ata’nın izindeyiz” diye yola çıkanların, günün sonunda imam Fethullah’ın yoluna nasıl sapabildiklerinin yanıtı sanırım ortak çıkar ve ortak düşman yaratma hususlarında kesişiyor.
Devrimi ve politikayı liderler nasıl yaşar? Kimilerinin, teorinin öngördüğü nihaî zafere inancı tamdır; sırf bu misyonları var ve başka hiçbir şeyleri yoktur; yalnızlık çekmez, kendilerinden şüphe etmez, zaaf göstermezler. Ama ya, hem daha fazla birey, hem de oldukça seçkinci iseler? Yönetmek sadece bir bölümüyse hayatlarının? Bu takdirde, özel ve kişisel olan ile kamusal olan arasında ne gibi bir açılım doğar? Ulu önder kültünün ardında ne yalnızlıklar saklanır?
CHP kendisini anti-Erdoğan cephesinin neferi olarak değil de topluma gelecek sunan bir çerçevede konumlandırabilir ve politikalarını “AKP ve Erdoğan’a karşı gerekirse Cemaatle ve büyük sermayeyle bile ittifak kurarız” doğrultusundan çıkarabilirse...