Morga girdim. Hastanenin en alt katında Arif’in kolundayım. Koyu gri duvarlara bakıyorum. Kapılar, duvarlar, kapılar…
Arif soldan ikinci kapının önünde durunca ben de durdum. Bize...
Bir göçmenin en sık duyduğu sorulardan biridir bu: “Mutlu musunuz orada?”. Mutluyum, çünkü çocuğumla her evden çıktığımda sırtımda beliren kasılmayı uzun süredir hissetmiyorum. Bir yere gitmeden önce, “Ya orda ağlamaya başlarsa?” diye düşünmeyeli de bayağı oldu. Yan masadan ağlayan kızıma ve bana yargılar şekilde bakan kadın ve adamları da pek özlemedim. Kimse anneliğime not vermiyor.
Cevriye, kendini bildi bileli sokaklarda yaşıyor, hiç evi olmamış. Annesi hakkında hiçbir fikri yok, gökyüzündeki yıldızlara bakıp hayaller kurarken, “bir yıldızdan” dünyaya düşmüş olabileceğini düşünüyor, o çok küçükken ölen ve ona sahip çıkan bir adamı sevgiyle hatırlıyor ve onun babası olduğunu sanıyor. Roman dört bölümden oluşuyor, şarkının sözlerinin ilk dört dizesi bu dört bölüme başlık oluyor. Mümkün olduğunca Suat Derviş’e bırakalım sözü:
İnsanların haysiyet yoksunluğu, maalesef sırf kendi cehennemlerinde yaşamaları ile sonuçlanmıyor, toplumu da ifsad ediyor ve cehenneme çeviriyor, tıpkı Platon’un, Devlet’te konuşturduğu Sokrates’in de söylediği gibi...