Ülkelerin bayraklarına atfedilen “ortak duygu yaratma, milleti birleştirme” misyonunun Türk bayrağı için de geçerli olduğu söylenebilir mi? 23 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan “en uzun direkli ve en büyük” bayrağı göndere çekerken, 28 Şubat’ın ‘bayrak as’ kampanyacıları o günlerde hissettikleri bayrak coşkusunu yaşamışlar mıdır? Aynı soru artık iktidarın tekeline aldığı asker cenazeleri ve Çanakkale anmaları için de geçerli.
Bilgelik her zaman bir çocuk masumiyetine ihtiyaç duyar ve bu bize henüz yaşanmamış olanda daha fazla saklı olduğunu düşündürür. Tam da bu nedenle bilgece metinler kıssalardan çok masala yakındırlar, çocuksuluğu yaşanmamış olanla birleştirir sonra bizden aldıklarıyla her defasında yepyeni bir ülke kurarlar.
25 Nisan 1915 tam da bu yıl gibi bir Pazar gününe denk gelmişti. O hafta sonu hem Türkiye’nin hem de Avustralya ve Yeni Zelanda’nın temelini attı. Anzak Koyu’nda İngiliz komutanların Avustralyalı gençleri kurban ettiklerini yazarak İngilizlerin Çanakkale’den çekilmesine ön ayak olan ve Avustralyalıların Anzak algısına öncülük eden gazeteci Keith Murdoch, dünyanın en önemli medya patronu Rupert Murdoch’ın babasıydı.
Kimi ondan Muhammed Ali gibi davranmasını bekler, ama o bir Ali değildir. Kimi ise bu beklentinin hakşinas olmadığı kanaatindedir. Çünkü Ali, Vietnam’a gitmediğinde hapse gireceğini bilir ama işkence görmeyeceğini ve öldürülmeyeceğini de bilir. Oysa Pelé için bunun bir garantisi yoktur. Çünkü “diktatörlük, diktatörlüktür. Diktatörlüğün acısını ancak o rejimin altında yaşayanlar bilir.”
Son zamanlarda, Türk siyasi dostlarının bakışları ve sözlerinde biraz değişiklik olmuştu, ama bunun geçici olduğuna inanıyordu. Yine birlikte bahar günlerinde Alemdağ’a, Adalar’a gidip kurtlarını dökeceklerdi. Kırda tavla ve iskambil oynayıp, birlikte fıkralara gülüp eğlenecek, fasıl yapacak, yaprak dolmalarını yiyeceklerdi. Kardeşler, hatta baba oğul arasında bile bazen soğukluk olmaz mıydı?