Böyle kritik dönemlerde, toplumun kafasının karıştığı ortamlarda, yapılan analizler, siyasi aktörleri etkileyebilir, yanlış tepkiler vermelerine yol açabilir. İktidarın ne yapabileceğinin sınırını belirleyecek olan yine toplumdur. O nedenle, toplumun tepkileri tayin edicidir. Amerika ve Avrupa, insan hakları konusunda beklendiği gibi tepki gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar.
Cinayetler birbirini izlerken alınacak bir kararın uygulamaya nasıl yansıyacağı çok hassas bir konu. Sözleşme var da cinayetler engelleniyor mu, diye soruluyor bir de. Sözleşmeden kaynaklanan önlemler sayesinde şiddete maruz kalan kadınlar korunabiliyordu, bunu biliyoruz.
Karamsarlık artık elle tutulur hale geldi, mutsuzluk gözle görülüyor, sokak röportajlarındaki teyzeler bile söze “İsterse hapse atsınlar...” diyerek başlıyor, korku hissedilir düzeylerin üzerinde. Her gün sosyal medyada pasaportunu alıp yurt dışına gidişini müjdeleyenlere gelen binlerce tebriği okuyoruz. Bir neslin hayali çoğunluğu genç olan milyonlarca insanın kabusuna dönmüş durumda.
Cinsiyet üzerinden gerçekleştirilen tartışmalar, bu tartışmalarda iktidarın verdiği mesajlar, her seferinde hukuki geçerliliğe sahip yasa değişiklikleriyle sonuçlanmasalar da taban ve ilgili devlet bürokrasisi üzerinde fiili bir etkiye sahip.
Bir gece içki içerek sarhoş olup kavga eden Buğa ve Nasığlı birbirini bıçakladı ve ikisi de can verdi. İki komutanın öldüğü haberini alan Emir Nasrüddevle, kuşatma ordusuna karşı saldırıya geçti. Nasrüddevle, 53 yıl devam eden hükümdarlığı süresinde başka bir saldırı ile karşılaşmadı. İbn’ül Erzak, bu saldırıdan Türklerin bölgeye ilk gelişleri şeklinde söz ederek, “Ondan önce buralarda yüzleri bile görülmemişti” der.