Ana SayfaManşetMotor beceride kola otomatının yeri

Motor beceride kola otomatının yeri

Kolanın geliştirdiği motor beceriler sayesinde, kutu içeceklerin kapağının hassas ama kararlı parmak hareketiyle tek hamlede açılması, en sıradan insana bile “stil” de kazandırıyor. Gelmiş geçmiş en büyük stil üstadı Bukowski’nin “Sardalye konservesi açmak bir sanattır, stildir” demesi boşuna değil.

Gençliğimizde “devrim” tek bir şeyi, hattâ en kalabalık sloganlardan birisindeki gibi “tek yol”u anlatırdı.  Devrim deyince, birilerinin kalkıp da elindeki cep telefonundan gözünü ayırmadan “Hangi devrim?” diye sormayacağı güzel zamanlardı doğrusu.

Meseleyi güzelce, etraflıca anlatırken cep revizyonistinin birisi çıkıp da “Abi sen böyle diyorsun ama şu an (saat 15:32) itibariyle Utanç Duvarı yıkılmış. Arkadaş duvarın bir parçasını hatıra diye almış, sabaha kargoyla elimizde olur” diyemezdi. Bilirdi herkes; devrim tekti, “o devrim”di işte. Gençler bugün de anlasın diye, “You know, man” yani…

İktidar da her zamanki gibi sadece “Tek millet, tek bayrak, tek vatan (yavru vatan dâhil), tek devlet” der, böyle mevzularda aritmetiğe girmezdi. “Devrim” de muhalefete kalırdı hâliyle. Aslında iktidarın o büyülü kelimeyi de inhisarına almaması, vaktiyle büyük meydan düşünürü Nevzat Tandoğan’ın “Komünizm gerekirse onu da biz getiririz” vecizesiyle vurguladığı gibi tek eksiğiydi. Kayıtsız-şartsız “Devrime de ben karar veririm” hâkimiyeti -şahsa ait- sağlanmamıştı henüz. Bu eksikliği de yine dış güçler fark etti maalesef.

Madem genç, politik tüketici “devrim” istiyordu, hayallerinin ötesinde devrim(d)e boğmalıydı gafili. Eksiğinin, ardındaki tehlikenin farkına varan -Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kitabî deyişiyle- can çekişen emperyalizm ve geberen kapitalizm her ota-bota “devrim” demeye başladı bir anda. Külâhta çekirdek çitleyip “Ne olacak bu devrimin hâli” derken, bir baktık vakumlu “bayatlamayan” paketiyle “çekirdekte (de) devrim” yapılmış. Ki bunda da Cola’nın vebali büyüktür. Yazı dizime gaz veren gazozdan sonra ikinci devrimdir zira.

Ardından “patates (cips) devrimi”, hattâ pet şişeyle “suda(n) devrim”le filan “dijital devrim”e kadar kesintisiz gitti bünyedeki karmaşa. Seleflerimizin bizim kuşağı “kafa karışıklığı”yla suçlamasında gerçek payı olabilir ama biraz da hâlden bilmezliktir. O zamanlar “tek adam” yok ki, şeceresini bilesin. Ona göre öyle ya da böyle, iki siyasi pozisyondan birini seçesin. Durmadan koalisyon, durmadan hizip…  

Tandoğanist kapitalizmin devrimi

Gazlı içecekler, Cola, fast food ve ondan sonra kıyamet atıştırmalıklarla nefes kesen “Sürekli devrim”i, Tandoğanist kapitalizmin hayata geçirmesi acıdır ama gerçektir. Bu açık gerçeğe rağmen dünyada doğalgaz rezervlerinin sağladığı hegemonyayla filan meşgul olan falanjist stratejistler, bunu gazlı içeceklerin zahmetsiz servetiyle, gücüyle, egemenliğiyle kıyaslamamıştır. (Bu kıymetli analizi okurlarıma ben yapmak istedim ama gazlı içeceklerin tüketim verileri, Worldometers’teki Covid 19 sayacı gibi her saniye değişiyor, üstelik onlar da -günahı ülkelerin boynuna- vaka sayılarını saklıyor.)

Kolay ama çekişmesiz değildir bu devrim. Toplumu bir dönem “Colacılar-Pepsiciler” (¹) olarak önce ikiye, onların dışındakileri de “out”  sayarak üçe ayıran bölücülüğüyle bir geçiş süreci de yaşanmıştır, her devrimdeki gibi. Ama reklâmlarıyla, yarattığı “tarz”la, çağrışımlarla, özgün gazıyla, yeni yeme-içme ritüelleriyle Cola’nın hâkimiyetini kabul etmemek imkânsızdır. Hangi kapağı kaldırsan altında yine bugünün Cola’sı misali, kısmî yerli dış güçler vardır.

Lâkin gazlı içecekleri tümüyle “zararlı akım” olarak nitelendirmem, günün yargısına benzer bir refleks olacak. Şimdilik direneyim, kösköşe yazarlarının -çifte anlamıyla- aklını (en)başından alan bu toptancı cazibeye… Zira “Her şerde bir hayır” da vardır bu meselede.

Öyle bir devrimdir ki, kola devrimi… Önceki yazımda şöyle bir değindiğim “Cola otomatları”yla el-göz-beyin koordinasyonunu geliştirerek, etiketlenen “yurdum insanı”nı havsalanın alamayacağı parmak hareketlerine hazır ve nâzır kıvama getirmiştir. Mesela iPhone’un insanın sadece yüzündeki siyah noktaları sıkarken yaptığı baş-işaret parmak hareketini evrensel bir tik haline getirmesi, ancak böyle alıştıra alıştıra alıştırmalardan sonra mümkün olmuştur. (Bu satırları okurken baş ve işaret parmağınızla otomatikman o hareketi yaptığınızı görür gibiyim.)

Koca parmakların zorlu sınavı

Daktilonun koskoca tuşlarında -üstelik- Turkish F klavyeye hâkim olmak için derslerde, kurslarda çırpınan o koca parmaklı neslin Cola’nın “otomat devrimi”nden önceki hâl-i pür melâlini hatırlayın. O günlerde koca klavyede arzuhalini tane tane, kör kör işaret parmağım tuşuna, zar zor yazanlar, bugün koskoca parmaklarıyla telefonun bit kadar dokunmatik Q klavyesinde ne analizler, ne tefrikalar, ne aşklar, ne manzume-i tacizler döktürüyor… “Google Çeviri”yle o parmaklar, dünyanın her ucundan ne “pen’cil friend”ler ediniyor… Klavyede çatır patır Moskofça konuşuyor insanlar. Devrim değilse, aşkta meşkte “tek yol” o değilse nedir… Nedir, klavye aşkına?

Sadece o kadar mı… Otomatların geliştirdiği motor beceriler sayesinde, kutu kolaların kapağının hassas ama kararlı parmak hareketiyle tek hamlede açılması, en sıradan insana bile “stil” kazandırıyor. Duvarın üzerinde uzun oturan trendy genç, piyanocu parmaklarıyla kutu kolasını fıslatıyor…  Ve bir anda biçare, Bobstil insanlığı kurtaran bir stil devri(mi) başlıyor. Gelmiş geçmiş en büyük stil üstadı Charles Bukowski’nin “Sardalye konservesi açmak bir sanat, stil olabilir. Stil bir farktır; yapmanın, yapmış olmanın…” demesi boşuna değil. Böyle meselelere ayık kafayla bakılmaz.

Devrimdir… Septik bünyelere, kutu kolaların, biraların açma kapağının icadından önce insanların “stil”, “karizma” uğruna şişe kapaklarını dişleriyle açmayı bile denediğini hatırlatmam yeterlidir. İnsanın Cro-Magnon dönemin cro(kıro)stil ve estetiğinden, bir anda 20. Yüzyıl’a evrilmesini sağlayan tertibatlar arasında da Cola’nın yeri tartışılmazdır. İster içecekte, ister bünyede, verilen gaz stildir.

Evrensel el hareketinin keşfi

Kuşağımız hayatı baştan aşağı değiştiren Cola devrimini belgesel tadında “The Gods Must Be Crazy (Tanrılar Çıldırmış Olmalı)” filminden de bilir. Tek dişi kalmış porselen protezli canavardan çok uzakta, yalıtılmış, gül gibi geçinip giden ilkel kabilenin mıntıkasına uçaktan bir Cola şişesi düşer. Ve ondan itibaren her şey değişir. Her şey… Böyle “devrim”lere göz yuman tanrılar çıldırmış olmalıdır hakikaten. Kızmayın, gücenmeyin bana… Bizim mütevâzî, kul cürmünde çılgınlığımız eski tanrılardan, onların işaret parmağıyla dokunuşundan beri genetiktir. Değil midir, Hera’yı baştan çıkarmak için Guguk Kuşu kılığına bile giren, “çapkınım, hovardayım” Zeus hatırına, o tek gözünü tanrıçalardan ayırmayan Odin aşkına!

Bitmez sürekli devrimi… Cola devriminin yarattığı uluslararası motor beceriler, aynı süreçte geleneksel-milli el hareketimizi de, sadece orta parmak kullanılarak yapılabilen evrensel parmak diline dönüştürür. Kapitalizmin her devrimindeki gibi o köklü değişim de herkesçe anlaşılan-benimsenen, kullanımı, telâffuzu kolay lisanıyla yerleşir hayatımıza.

O derin, kapsamlı manayı sadece kaldırılan orta parmakla özetleyen yeni el hareketi, eskisi gibi üç parmağı dikkatle belli bir düzende toparlayıp, aşağı yukarı sallamayı gerektirmediği için küresel enerji tasarrufu da sağlar. İnsanın karşısındakine tüm duygularını, arzularını, sevgisini, nefretini, espritüel kişiliğini tüm dünyada tek hareketle gösterebilmesi, o biçare “Esperanto”ya nazaran “devrim” değil midir? 

Sadece el hareketi de olsa… Kullanışlıdır, vazgeçilmezdir, farklı ırkları, dinleri, kültürleri, sosyal sınıfları ortak bir dilde, yakın iletişimde buluşturduğu için ülkemizin yakın tarihteki nadide Batılılaşma hareketlerinden birisidir. Politikacılar, liderler henüz o dili yaygın olarak kullanmıyorsa, yabancı dillerle pek geçinemedikleri içindir.

Görün işte… Gazoza ilişkin fikrimi savunacağım diye nerelere geldim. Ama bizim kuşak hep öyledir. Kısa yoldan amacını, en uzun yoldan tartışır. Uzun yoldan gidenlere “hocam”, kısa yoldan gidenlere “eğitim zayiatı” denir. Bu mevzularda kestirme bir yol yoksa eğer.

Gazozla ilgili dördüncü yazımın ardından nihayet aşka-meşke gelecek sıra… Önemsemediğimden, “dar vakitlerde, dar köşelerde bir sevgiyi söylemenin” eğretiliğinden değil.  Tam tersi… En kıymetlisini sona sakladığımdan, hattâ bütün bu yazıları “önsöz niyetine”, mevzuyu lisan-ı münasiple oraya, “aşk”a bağlamak için yazdığımdandır. O da gazozdan bağımsız değildir, on yüz bin milyon baloncuğuyla… Hayatîdir. Devam edeceğim…

BİR REKLÂM/BİR REPLİK

Cüneyt Arkın atıyla bakkala gelir. Belinde Malkoçoğlu misali kırmızı kuşak, üzerinde yakasız Osmanlı imitasyonu beyaz gömlek vardır. Atından inmeden eğilip yerden plastik bir Cola sepeti alır. İner atından Cola’yla dolu buzdolabını açar, aldığı şişeleri sepete doldurmaya başlar: “Bu babam için, bu sıcaktan bunalan anam için, bu cayır cayır yanan yavuklum için…”

Ardından “At, avrat….” üçlemesini modernize ederek tamamlamak için Cola’sını içer, o günkü reklâm dizisinin yaz sıcağında üşüten “Brrrrrrrrr” narasını atar. Cola’nın “Brrrrrrrr” çektirdiği ünlüler arasında “şiddetli aşk”ın temsilcilerinden Müslüm Gürses, elbette Nuri Alço, hattâ Katar Film Festivali’nde kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen kadın hayranını tokatlayan Omar Sharif bile vardır. Belki de reklâmın, Arkın’ın cinsiyetçi söylemini yumuşatmak için araya Işın Karaca, Pamela da eklenir.

(¹) Mahallede hizip düzeyinde Cola-Pepsi savaşı yaşandı ama iktidar Cola’nındı. Zira Pepsi savunucularının ilk karşılaştığı soru “Pepsi (de) iyi mi?” olurken, kimse Cola’nın nasıl olduğunu sormazdı bile. 

- Advertisment -