Filistin’e verdiği kararlı destek yüzünden Türkiye’de de çok popüler olan İspanya’nın Sosyalist Başbakan’ı Pedro Sanchez, İspanya tarihinin ilk açık ateist Başbakanı.
Bu yüzden 2018 yılında ilk Başbakan seçildiğinde Kral’ın huzurunda yemin ederken İncil ve Haç’a el basmayı reddetti.
Franco’nun ölümünden sonraki modern İspanya demokrasi tarihinde aralarında Sosyalistlerin de olduğu başbakanlar arasında İncilsiz ve Haçsız yemin eden ilk Başbakan oldu.
Göreve geldikten sonra El Pais gazetesinin ortaya çıkardığı Katolik Kilisesi tarihindeki çocuk tacizleri üzerine bağımsız bir komisyon kurulmasını sağladı.
Bağımsız komisyon 1,5 yıl çalışıp 1940’dan itibaren Katolik Kilisesi’nde 200 binden fazla çocuğun taciz mağduru olduğunu ortaya çıkardı, rapor kamuoyuna da açıklandı.
Yetmedi bir 2017’de bağımsızlık referandumunu organize eden “bölücü” Katalan siyasetçileri ve aktivistleri affeden yasayı Meclis’ten geçirdi.
Böylece hem Katolik Kilisesi üzerinden muhafazakarları hem “bölücüleri” affedip milliyetçileri karşısına aldı.
Sonra bir de üstüne açıktan İsrail’e karşı cephe aldı, Filistin’i tanıdı. aşırı sağcıları, göçmen karşıtlarını, İslamofobikleri, Yahudi lobisini kızdırdı.
Peki bütün Avrupa’da sağ ve aşırı sağ yükselirken İspanya’da son AP seçimlerinde ne oldu?
Sanchez’in iktidardaki partisi PSOE sadece bir koltuk ve yüzde 1,5 oy kaybetti.
Yani Sanchez’in ne ateizmi ne de bölücülüğü seçmeni etkilemedi.
Peki, nasıl oldu da bir zamanlar Avrupa’nın en koyu Katolik ülkesi olan İspanya, İncil üstüne yemin etmeyen, ateist, Filistinli Müslümanlarla dayanışan bir sosyalist Başbakan’a sahip olabildi?
İşte bu sorunun cevabı bir miktar bizi de ilgilendiriyor.
Sanchez, 1972 doğumlu. Yani, 1975’de ölen Franco’nun 36 yıllık otoriter iktidarı altında sadece 3 yaşına kadar yaşamış.
Yani tam olarak “demokrasiye geçiş” kuşağının bir mensubu.
Onun doğduğu İspanya, Avrupa’nın en dindar ülkesiydi.
Çünkü İspanya tarihi aynı zamanda Katolik Kilisesi’nin de tarihiydi.
İspanya’da Katolik Kilisesi, 8. yüzyıldan itibaren Müslüman hakimiyetine karşı Hristiyan krallıkların yüzyıllar süren Reconquista (Yeniden Fethetme) mücadelesinin öncüsüydü.
Bir çeşit cihatçılık ve fetihçilik olan Reconquista, 1492’de bizim “Endülüs’ün Düşüşü” dediğimiz Granada’nın ‘fethi’yle zafere ulaştı.
Yani İspanya Krallığı, Katolik Kilisesi’nin öncülüğünde yarımadadan Müslüman ve Yahudilerin öldürülüp, kovulmasıyla kuruldu.
Avrupa’nın en sert engizisyon zulümleri İspanya’da yaşandı.
Sonra yine kilisenin teşviki ve fetihçiliğiyle İspanyol denizciler, dünyaya Hristiyanlığı yaymak için koloni seferleri başlattılar.
Sonra savaşlarda alınan yenilgiler, cumhuriyetin ilanı, darbeler derken İspanya tarihinin 20. yüzyıldaki en radikal modernleşmeci dönemini başlatan İkinci Cumhuriyet 1931’de ilan edildi.
Cumhuriyetçi reformcuların hedefindeki kurumların başında Katolik Kilisesi geliyordu.
Kilise ve devlet işleri ayrıldı. Devlet kiliseye parayı kesti. Dini öğretim zorunlu olmaktan çıkarıldı. Kamu kurumlarından dini semboller kaldırıldı. Dini bayramlar resmi tatil olmaktan çıkarıldı.
Bu radikal sekülerleşme adımlarını, güçlenen komünist grupların kiliselere saldırıları, kilise mülklerine el koyması, rahiplere saldırıları izledi.
Sert ve radikal sekülerleşme ve şiddet karşı tepkisi de yarattı.
Kilise, ordu ve dindar halk ittifakıyla komünistlere ve radikal reformcu cumhuriyetçilere karşı 1936’da General Franco’nun darbesi geldi.
Franco’nun darbesiyle 1936’da başlayan ve üç yıl süren kanlı iç savaşta tabii Katolik Kilisesi Francocu milliyetçilerin tarafında saf tutu.
Savaşın bitmesine iki ay kala Katolik Kilisesi, çatışmayı Cumhuriyet’e karşı ‘ulusal bir haçlı seferi’ olarak tanımlayarak Franco’yu resmen kutsadı.
İç Savaşı Franco, kazanınca Kilise de kazanmış oldu.
Franco’nun 36 yıllık iktidarında Katolik Kilisesi artık devletle içiçe geçmiş “ulusal Katolik” bir güçtü.
Franco, Katolikliği İspanyol toplumunun merkezine yerleştirdi.
Okullara zorunlu Katolik din dersleri getirildi.
Kamu binaları, okullar, üniversiteler ve diğer devlet kurumlarına haçlar ve dini simgeler yerleştirildi.
Evlilik ve boşanma yasaları Katolik doktrinlere göre düzenlendi. Boşanma Franco döneminde yasaklandı ve evlilik, sadece kilise tarafından kutsal bir kurum olarak görüldü.
Dini bayramlar ve Katolik ritüeller resmi törenlere döndü.
Görünüşte İspanya Avrupa’nın en Katolik ülkesiydi.
Ama kilise 36 yıllık Franco rejimiyle kader birliği yapmıştı.
1975’de Franco ölüp, İspanya demokrasiye geçerken, eski rejimin yükü kilisenin de üzerinde kaldı.
1975-78 arasındaki demokrasiye geçiş sürecinde kilisenin de toplum üzerindeki etkisi azalmaya başladı. 1978 Anayasası ile laik bir devlet yapısı benimsendi.
Fakat İspanya’da demokrasiye geçişte geçmişle ilgili “unutma” yasası geçerli olduğu için bu sorgulamalar yüksek sesle yapılmadı, Kilise de hiç özür dilemedi.
Ama Franco dönemi deşildikçe, kilise de sorgulandı. Devletin desteği çekildikçe, uzun yıllar devlete sırtını dayamış din güçsüz kaldı. Kendini yenileyemedi, toplumla kurduğu güç ilişkisini eşit bir ilişkiye çeviremedi.
Yakın zamanlarda güçlü bir iktidar altında sorgulanmadığı yıllarda kilisenin binlerce çocuk tacizi vakasını örtbas ettiği ortaya çıktı.
Bütün bunlar kilisenin itibarını düşürdü.
O gölge kilisenin ve dinin üzerine kaldı.
1980 yılına gelindiğinde İspanya’da ateist oranı sadece yüzde 8’di.
Ferrer i Guàrdia Vakfı’nın “Rakamlarla Laiklik 2018” raporuna göre İspanyolların bugün %27’si ateist, agnostik ya da inançsız.
18-24 yaş arasındaki gençler içinde bu oran %48,9.
Çocukluklarını ve gençliklerini Franco döneminde yaşamış 65 yaş üstü İspaanyollar da Tanrı’ya hala inananların oranının %88,6.
Yani iki kuşak arasında bir yarılma ortaya çıkmış durumda.
Günün sonunda Müslüman ve Yahudilerden dini fetihle alınmış İspanya topraklarını bugün ateist bir başbakan yönetiyor.
Katolik Kilisesi’nin 40 yıl devletin sopasıyla toplum üzerinde kurduğu baskı, devlet gücüyle nesilleri dindarlaştırma çabalarının sonunda her iki İspanyol gençten biri ateist oldu.
Devletin, gücün gölgesi dinin üzerine çöktü.
Daha fazla uzatmaya gerek var mı?