“Biz, yalnız yönetim şeklimizin düzeltilmesini istemek, vatandaşlarımıza ne olduğu belirsiz bir birlik teklif etmekle kalmıyoruz, asıl, geçim şeklimizin düzeltilmesi lüzumunu anlatmak; birincideki fenalığın ikincideki noksanlardan kaynaklandığını göstermek; maddi-manevi tembelliğimize karşı kamuoyunda ortadan kuvvetli bir reaksiyon oluşturmak istiyoruz. Bir Abdülhamit’i ortadan kaldırmakla toplumsal ve bireysel özgürlüğü hiçbir vakit sağlayamayız. Sefaletimizin esas sebeplerini keşfedip giderilmesi çaresine dört elle sarılmadıkça bugünkü Abdülhamit’in yeri hiç boş kalmaz; bir Abdülhamit gider, bin Abdülhamit gelir.”
Her cümlesi günümüzde de geçerliliğini koruyan bu paragraf, Osmanlı hanedanının muhalif ismi; Prens Sabahaddin Bey’in İkinci Meşrutiyet’in ilanından önce Paris’ten İstanbul’a gönderdiği mektuplardan birinde yer alıyor.
Peki nasıl oluyor da yüz yıldan daha önce yazılmış bir mektuptaki ifadeler, Türkiye’nin bugününe yazılmış izlenimi verebiliyor?
Bu soruya cevap aramadan önce, ‘Prens’ lakaplı Sabahaddin Efendi’nin hayatına ve düşüncelerine değinmekte fayda var. Zira, kendisi, Türkiye tarihinde zaman zaman unutturulmaya zaman zaman da şeytanlaştırılmaya çalışılmış bir Osmanlı aydını.
Yüz yılı aşkın süredir çözülemeyen sorunların sebepleri ile Sabahaddin Efendi’nin isminin Türkiye’de bilinçli olarak karartılmasının benzer gerekçeleri var.
1878’de dünyaya gelen Mehmet Sabahaddin Efendi, Sultan Abdülmecit’in torunu, Sultan II. Abdülhamit’in ise yeğeni. Babası, bir dönem Abdülhamit’in önemli nazırlarından olan Mahmud Celaleddin Paşa. Fakat Sabahaddin Efendi’yi tarihte önemli kılan nedenler bunlar değil.
Sabahaddin Bey, son dönem Osmanlı intelijensiyasının liberal kanadını temsil eden en önemli isimlerden. Çökmekte olan imparatorluğu kurtarmak için ülkede Batıcılık, Ümmetçilik, İslamcılık, Türkçülük gibi farklı fikir akımları oluşmuş ve gelişmişken Sabahaddin Bey ise Osmanlı’da ‘Adem-i merkeziyetçilik ve teşebbüs-i şahsi’ düşüncesinin fikri öncülüğünü yaptı.
Sabahaddin Bey, her ne kadar Osmanlı hanedanının bir üyesi olsa da, aynı zamanda II. Abdülhamit dönemindeki istibdat uygulamalarının en büyük muhaliflerinden biriydi.
Muhalif kimliği sebebiyle Ekim 1899’da başlayan Paris’teki zorunlu sürgün günlerinde dönemin diğer aydınları gibi, ülkenin kurtuluşu ve kalkınması için düşünceler üretti, çeşitli faaliyetlerde bulundu. Bu süreçte bir dönem Jön Türkler hareketine katılsa ve bu hareketin önde gelen isimlerinden biri haline gelse de daha sonra oluşan fikir ayrılıkları sebebiyle hareketten ayrıldı.
Kendi ifadeleri ile Prens Sabahaddin Bey’in düşünce hayatını İstibdat Dönemi’nde bulunduğu Paris sokaklarında yürürken gördüğü bir kitap değiştirecekti.
“Anglo-Saksonların Faikiyelerinin (üstünlüklerinin) Sebebi Nedir?”
O kitap, Fransız sosyolog Le Play’in öğrencilerinden Edmond Demolins’in ‘Anglo-Saksonların Faikiyelerinin (üstünlüklerinin) Sebebi Nedir?’ başlıktı kitaptı.
Sabahaddin Bey, kitabı ilgiyle inceledi ve yine kendi ifadesi ile o gece sabaha kadar kitabı okuyarak bitirdi. Kitapta yer alan düşünceler Sabahaddin Bey’i çok etkiledi, yazarın diğer kitaplarını satın aldı ve okudu. Ardından Edmond Demolins ile tanıştı ve dostluk kurdu.
Demolins, Sabahaddin Bey’in Science Social’a (Sosyal Bilimler Cemiyeti) girmesini sağladı.
Sabahaddin Bey, Demolins’in fikirlerinden yola çıkarak bu cemiyet çatısı altında Osmanlı üzerine sosyolojik çalışmalar yapmaya başladı.
Bu çalışmaları aynı zamanda modern anlamda sosyoloji çalışmaları yapan ilk isim olarak Sabahaddin Bey’i Osmanlı tarihine geçirdi.
Yaptığı bu çalışmalarda Prens Sabahaddin Bey, Demolins’in ve Le Play geleneğinin etkisiyle toplumları kabaca cemaatçi toplumlar (formations communautaires) ve hususiyetçi/bireyci toplumlar (formations particularistes) olarak ikiye ayırdı.
Tespitlerine göre Osmanlı toplum yapısı, sıkı cemaatçi bir yapıya sahipti. Ona göre aile yapısından devlet yapılanmasına kadar Türk toplumunun her kesiminde var olan bu gerçeklik, bireyin ön plana çıkmasını yıllarca engellemiş ve toplumu küçük, kapalı yapılardan oluşan bir bütün haline getirmiştir.
Sabahaddin Efendi’ye göre bu zihniyetin değişmesi gerekiyordu. Çünkü Batı’nın gelişme ve üstünlük kurma sebebi ona göre ferdiyetçi bir toplum yapısı inşa etmekte ve bireysel girişime/girişimciliğe imkan veren bir ekonomi yapısı kurmasında saklıydı.
Toplumun en küçük yapıtaşı: Birey
Prens Sabahaddin, her ne kadar Le Play okulunun takipçilerinden olsa da, toplumun temel yapıtaşının ne olduğu konusunda Le Play’den farklı düşünüyordu. O, Le Play gibi aileyi değil direkt olarak bireyi toplumun en küçük yapıtaşı olarak kabul ediyordu ve bu düşüncesini şöyle açıklıyordu:
“Bir toplumun, bir devletin temelini fertler teşkil eder. Toplumu kuran, ona varlık bütünlüğü ve yaşama gücü kazandıran fert olduğu için, sosyolojinin işe, fertleri ele alarak başlaması gerekir. Fert, toplum için değil; toplum, fert içindir.”
Osmanlı’nın reçetesi: Adem-i merkeziyetçilik ve şahsi teşebbüs
Prens’in eserlerinde ısrarla üzerinde durduğu iki kavram “Adem-i Merkeziyetçilik” ve “Şahsî Teşebbüs”tü. Ona göre, Osmanlı’nın yıkılma sürecine girmesindeki en temel sebep özel teşebbüse imkân vermeyen iktisadi yapısıydı. Osmanlı ekonomisi katı devletçi bir yapıya sahipti ve bu, toplumun ve bireylerin zenginliğinin önündeki en büyük problemdi.
Bireylerin ve toplumların zenginleşemediği, servet oluşturamadığı ve biriktiremediği bir sistemde ise fakirlik ve sefalet baş gösterir. Zaman içinde devletler de bundan payını alır ve güç kaybeder.
Sabahaddin Bey, bu sistemin değişmesi, özel teşebbüsün önünün açılması ve yatırımların desteklenmesi gerektiğini söyledi. Bu fikirleri doğrultusunda ‘Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyetçilik’ cemiyetini kurarak faaliyetler yürüttü.
Yaşadığı dönemdeki diğer aydınlardan farklı olarak, katı merkeziyetçi fikirlere sahip olmayan, adem-i merkeziyetçiliği savunan Sabahaddin Efendi’ye göre bireyler kendi ilgilerine göre eğitim görmeli (bu eğitim sadece okulda değil hayatın her anında olmalı), girişimde bulunmaktan kaçınmamalı ve piyasaya dahil olmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır.
“Devletin idare biçiminin değiştirilmesiyle, yenileşme ve reform olmaz”
Sabahaddin, özel ve bireyci eğitimin önemini “Devletin idare biçiminin değiştirilmesiyle, yenileşme ve reform olmaz. Reform, ancak fert hayatının gelişimini durduran, özel teşebbüsü önleyen kurumların değiştirilmesi, yenilerinin kurulmasıyla olur. Türkiye’de yapılması gereken en önemli yenilik, eğitim ve öğretim düzeninde olmalıdır.” sözüyle açıklıyordu.
2. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından İstanbul’a dönen Sabahaddin Efendi, liberal fikirleri yaymak ve uygulayabilmek amacıyla Osmanlı Ahrar Fırkası’nın kurulmasını sağladı.
Sabahaddin Bey’i döneminin aydınlarından ayıran önemli bir fark vardı. O, sadece dayısı II. Abdülhamit’e değil, İttihat ve Terakki Partisi’ne de muhalifti. Onun önemsediği, yazının başındaki alıntıda da yer aldığı üzere, ülkeyi kimin yönettiğinden öte ülkenin nasıl bir zihniyetle yönetildiğiydi.
Türkiye’ye ‘son’ ikazlar…
Sabahaddin Bey, İttihat ve Terakki Partisi’ne yönelik olarak yazdığı ve o dönem çeşitli gazetelerde yayınlanan mektuplarında (bu kitaplar daha sonra ‘Türkiye’ye Son İkaz’ adıyla toplanarak basılmıştır) uyarılarını sıralıyordu:
“Biz ne mebusluğa ne memurluğa aday olduk; hiçbir otoriteden şahsımız namına hiçbir yardım istemedik, istemiyoruz. Önceki hükümete karşı ne kadar müstakil idiysek, şimdiki ve gelecek hükümetlere karşı da o kadar müstakiliz, o kadar müstakil olacağız. Bütün emellerimiz, bütün girişimlerimiz yeni neslimizi memuriyet peşinde koşmaktan kurtaracak önemli bilim dallarına, medenileşme yolunda faydalı çalışmalara sevk edecek sosyal araçları hazırlamaya odaklanmış durumdadır. Bu maksadı ideal edinenlerin kişisel menfaatleri namına hükümetten isteyebilecekleri yegane lütuf, ‘Gölge etme, başka ihsan istemem!’den ibarettir.”
“İttihat ve Terakki Cemiyeti -toplum adına temenni ettiğiniz şekilde- haksızlıktan hakka doğru yükselmek, gelecekte de bu vatana ciddi hizmetler yapmaya muvaffak olmak isterse en büyük düşmanlarını Cemiyetin dışında değil içinde aramalı.”
“İstibdadların en koyusuyla meşrutiyetlerin en zayıfı arasında ne fark varsa bizim dünkü idare ile bugünkü idare arasında o fark var ki bu da sosyal durumumuza göre pek tabiidir.”
1908 seçimleri: Türkiye’nin zihniyet seçimi
1908’de yapılan seçimlerde Osmanlı’da sadece parti seçimi değil, aynı zamanda bir zihniyet seçimi yapılmıştı.
O yıllarda özellikle milliyetçi söylemlerin popülaritesi ve askeriye içerisindeki yapılanması sayesinde söz sahibi olan İttihat ve Terakki Partisi seçimi kazanarak iktidara geldi. Üzerinden 100 yılı aşkın zaman geçse de, İttihat ve Terakki zihniyeti iktidardan gitmedi.
Türkiye’nin 2 temel sorunu ve Sabahaddin Bey’in 2 çözüm önerisi
Prens Sabahaddin Bey’in ‘Türkiye’yi sürekli bir toplumsal zaafa mahkum eden hastalık’ olarak tarif ettiği sorunun iki ana başlığı vardı:
“1-) Kişisel hayatımızda: İşe yaramayan bir görenek; kişiliğin, üretken ve helal kazanç ile yükselmesine engel bir geçim şekli; bu geçim şeklini nesilden nesle sürükleyen menfi bir eğitim!
2-) Toplumsal hayatımızda: Kişisel hayatımızdaki işe yaramazlığı bu zemine taşıyan, yerel ihtiyaçlara asla uymayan, bundan dolayı en çok masrafla en az iş gören, Türkiye’yi baştan başa bir düşkünlükler mezarlığına çeviren merkeziyet(çilik)!”
Yine Sabahaddin Bey’e göre bu iki sorun için iki tedavi yolu vardı:
“1-) Kişisel hayatımızın zararlı yanlarını, kişiliği mahveden tembellikle değil -müspet ve çalışmaya dayalı bir eğitim sayesinde- kişiliği inşa eden girişimcilik ile doyurmak!
2-) Toplumsal hayatımızın gelişmesini, artan yerel ihtiyaçlarımıza uyacak, en az masrafla en çok iş görecek, siyasi merkezi kuvvetleştirecek, olmayan Osmanlı birliğini var edecek, sosyal faaliyetlerimizin inkişafına, Osmanlı hanedanının yönetimi altında hakimiyet ve bağımsızlığımızın sağlanmasına yarayacak bir adem-i merkeziyet.”
Bir asır sonra muhalefet tekrar ‘bir adam’a karşı bir araya geliyor…
Türkiye’de günümüzdeki mevcut siyasi yapı ve ortam, Prens Sabahaddin’in yaşadığı ve fikri-siyasi mücadele yürüttüğü yıllara çok benziyor.
İkinci Abdülhamit’in uyguladığı istibdat yönetiminin bir benzeri şu anda Türkiye’de uygulanıyor. Buna karşılık da muhalefet tıpkı zamanında Jön Türkler’in yaptığı gibi farklı görüşlerde de olsa bu istibdat uygulamalarına karşı bir araya gelip aynı masanın etrafında çözümler arıyor. Fakat ne yazık ki tıpkı o dönemde olduğu gibi muhalefet yönetim biçimini değiştirmekle ya da baştaki kişiyi göndermekle Türkiye’nin temel sorunlarının çözüleceğine dair büyük bir yanılgının içerisinde.
Ne parlamenter sisteme dönüldüğünde, ne de Erdoğan’a seçim kaybettirildiğinde Türkiye daha özgür, daha müreffeh bir ülke olacak.
Prens Sabahaddin Bey mezarından kalkıp altı liderin oluşturduğu masaya konuk olsa, herhalde 120 yıl önce söylediklerine benzer şeyleri söylerdi, hem de bu sefer tarihsel tecrübenin kendisini haklı çıkardığına dayanan bir gururla:
“Tecrübeler açıkça gösteriyor ki, ne büyük bir iyi niyete dayanırsa dayansın, yalnız hükümete karşı bağırıp çağırmakla vatan kurtulmayacak. Tecrübe edilmişi yeniden tecrübeye kalkışmak, olduğumuz yerde saplanıp kalmaktır. İnsanlık tarihinde tek bir misal göremiyoruz ki bir milletin, hükümdarının evham ve telaşını dikkate almakla haklarını geri kazandığını göstersin. Hakları geri almak düşünce üretimindeki kuvvetimizi artırmakla olur. Biz hürriyet istedik fakat hür olan milletlerin onu nasıl kazandıklarını düşünmedik, toplumsal vaziyetimizin tenkidine yanaşmadık, neşriyatımız da elbette tesirsiz kaldı…”