31 Mart 2024 yerel seçimlerinin en önemli çıktısı, kuşkusuz, genel kabul gördüğü üzere, CHP’nin 1977 genel seçimlerinden sonra ilk kez bir seçimden birinci parti olarak çıkabilmiş olmasıdır. Seçim sonuçlarının farklı perspektiflerden ortaya koyduğu genel tablo ve bu tablo dahilinde CHP’nin Türkiye geneline şamil “partiler arası resmi bir çatı ittifaka ihtiyaç duymaksızın” bu sonucu elde etmesi, Türkiye siyasetinde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bir “gereği” şeklinde kurumsallaştırılmaya çalışılan “partisel ittifaklara” karşı seçmen nezdindeki dinamik, toplumsal yeni bir yol arayışını da işaret etmektedir. Bu yeni toplumsal yol arayışı, Türkiye siyasetinin kalıplaşmış kuramlarından, kabullerinden, dilinden, yönteminden, pratiğinden ve bunun bir yansıması olan devleti idare tarzına ve devlet-millet ilişkilerine kadar köklü bir toplumsal değişim-dönüşüm talebini güçlü bir şekilde hissettirmektedir.
Seçim sonuçlarının, bu bağlamda ortaya koyduğu mesaj, “iktidar blokunda” yer alan AK Parti’de çeşitli tartışmaları ve değerlendirmeleri beraberinde getirmiş olup, bir önceki yazımızda bu konuyu kısmen değerlendirmiştik. Bu yazıda ise 2024 yerel seçiminin en büyük kazananı olarak kabul gören CHP’nin seçim öncesi ve sonrasında yaşadığı göreceli değişim sürecini muhafazakarlık ve özellikle Kürt meselesi bağlamında değerlendirmeye çalışacağız.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in seçim sonrasındaki konuşma ve söylemlerine bakıldığında, elde edilen başarıyı, seçmenin AK Parti’ye yönelik, içinde pek çok bileşeni ihtiva eden reaksiyonundan ziyade, CHP’nin tabanını genişletmeye yönelik stratejisine bağladığını görmekteyiz. Seçim sürecinde bu yeni stratejiyi, herkesi kucaklayan bir “Türkiye ittifakı” olarak formülleştiren ve seçimden sonra geniş toplumsal kesimleri “CHP’de milletimizle kurduğumuz Türkiye ittifakı, bu seçimlerde tarihi bir sonuç elde etmiştir” sözleriyle bu başarıda ortaklaştıran Özel, CHP’ye oy veren yeni seçmen gruplarını tanımlarken ise, milliyetçi demokratlar, bir kısım ülkücüler ve muhafazakar demokratların yanı sıra “kendilerine güvenen Kürt demokratları” da zikretmektedir. Özel ayrıca CHP’nin yeni siyaset tarzını; “millete eşit ve adil hizmet sunacak, inançlara saygılı olacak, tüm farklılıkları renklilik, zenginlik kabul edecek ve herkesi kucaklayacağız” şeklinde özetliyor.
CHP lideri Özel’in bu ve benzeri ifadelerini, CHP’nin kurumsal duruşunun bir yansıması olan, aşağıda değineceğimiz diğer bazı beyanatlardan bağımsız ele aldığımızda oldukça rasyonel, kapsayıcı, kucaklayıcı bir çerçevede değerlendirmek ve gerek CHP gerek genel Türkiye siyaseti açısından cesaret ve umut verici addetmek pekâlâ mümkündür. Fakat bu ifadelerle beraber, bu seçim başarısını elde eden CHP’yi; “Bu parti baba ocağıdır. Baba evinin tapusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ündür…” şeklinde tanımlaması, CHP’nin geçirdiği süreci “baba ocağı kodlarıyla” daha derinlikli bir değerlendirmeye tabi tutmamızı zorunlu kılıyor.
Özgür Özel’in, CHP’nin yerel seçim sonrasındaki temel hedefini, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk genel seçiminde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini iktidar yapmak” şeklinde Kemalizme nostaljik bir atıfla özetlemesi, bir yönüyle, CHP’nin seçim sonuçlarına yansıyan genel toplumsal değişim talebine vereceği cevabın “nihai sınırlarını” da tayin ediyor. Özel’in kendisi ve partisiyle ilgili bu ve benzeri bağlayıcı ifadeleri, 31 Mart’ta seçmenin CHP’ye verdiği krediyi tüketim değil “yatırım kredisi” olarak yorumlamasına rağmen, bu yatırımı gerçekleştirmeyi tasarladığı düşünsel zeminin, yani Kemalizmin, yeni yüzyılın rasyonel koşullarında “uygunluk, yerindelik ya da yeterlilik” problemini görmezden geldiğini gösteriyor.
Türkiye’yi yönetme hedefini cesaretle dile getirerek, bu nedenle, siyasi tabanını genişletmeyi kaçınılmaz bir gereklilik olarak gören Özgür Özel’in yukarıdaki beyanlarında geçen “Kürt demokratlar” ve “inançlara saygılı olmak” ifadeleri, CHP’nin geçmişte Kemalist perspektifle sağlıklı bir ilişki kurmayı başaramadığı, halihazırda da tabansal genişleme politikasının önündeki en büyük engeller gibi görünen Kürt toplumunu ve Türk toplumunun muhafazakar-dindar tabanını işaret etmektedir. Özel’in bu yaklaşımı aslında selefi Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” olarak tanımlayıp başlattığı, ama kurumsal parti kodlarında reaksiyon görüp, Kemalist elitlerce çok da sahiplenilmeyen bir sürecin söylemsel bir devam versiyonu olarak görünüyor. Buradaki temel soru, Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi her iki toplum kesimi tarafından da konjonktürel koşullar dahilinde “oy verilebilir” noktaya getiren çıtasını Özgür Özel’in ne kadar yukarıya taşıyabileceği; Türkiye’yi yönetebilecek bir parti olunması amaçlanıyorsa, Kemalist ya da neo Kemalist bir perspektiften Kürtler ve muhafazakarlarla kalıcı ve sağlıklı bir ilişkiyi nasıl kurabileceği sorusudur.
Muhafazakarlık ve Kürtlük meseleleri ayrı ayrı ele alındığında, CHP’nin muhafazakarlık konusunda nispeten daha rahat bir yol izleyebileceğini düşünmek mümkündür. Bunun kabaca iki sebebi vardır. İlki Türkiye’deki “milli ve yerli muhafazakarlığın” son yirmi yılda küreselleşme ve kentleşmeyle geçirdiği, seküler dünyanın pratiğiyle arasındaki makası epey daraltan sosyolojik değişimdir. Diğeri ise CHP’nin “baba ocağı”nın, yani Halk Partisinin tarihsel kodlarında zaten yer alan bir husustur. Şöyle ki; 1920 kurucu meclisindeki muhalif ikinci grubun tümüyle devre dışı kalmasıyla sonuçlanan 1923 seçimlerinden sonra, Cumhuriyetin ilanını müteakip, “fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkardır” ifadesini tüzüğüne koyan ilk muhalif ses, 1924’te yine Halk Fırkası içinden çıkan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası [TCF] olmuştur. Özel’in 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra dile getirdiği “inançlara saygılı olmak” ifadesi, bir yönüyle, Halk Partisi ile Mustafa Kemal Paşanın kudretli dava arkadaşlarının bu partiden ayrılarak kurduğu TCF’nin “helalleşmesi”, iki kanadın Halk Partisi’nde yeniden bir araya gelmesidir. Özetle, muhafazakar olmak değil, sadece bu görüşe saygılı olmakla sınırlıdır ve Türkiye’nin cari toplumsal koşullarında CHP’nin bu alanda taban genişletmesine kafi gelecek bir perspektif gibi görünmektedir.
Fakat aynı CHP’nin yüz yıl sonrasında (iktidara talip olacaksa) Kürt meselesinde izleyeceği yol o kadar kolay görünmemektedir. CHP’nin, asırlık siyasal tecrübesine rağmen, gelecek hedeflerini yine Kemalizme havale etmesi, Dem Partinin ileride tartışacağımız çelişkilerinin yanı sıra, AK Parti’nin kendi öznel koşullarından kaynaklı siyasal söylem geliştirme kısırlığı yaşadığı bir süreçte dahi, Özgür Özel’in yeni döneme ilişkin kapsayıcı, kucaklayıcı söylemlerini genel Kürt toplumunda CHP lehine bir faydaya evirmede yetersiz kılıyor. Kemalist felsefe ile Kürtlük mefkuresi arasında “varoluşsal bir karşıtlık” varken ve eninde sonunda her iki taraf da bu gerçeklikle yüzleşmek durumundayken, müzmin muhaliflikten çıkıp “2028’de iktidarı hedefleme” sorumluluğunu üstlenen CHP’nin bu konuda nasıl bir formülasyon geliştireceği merak konusudur. Kürt meselesi ile “CHP’nin baba ocağı kodları” yani Kemalizm arasında çözülmesi gereken hususlar, cevaplandırılması gereken sorular, klasik muhalif bir nazarla, iktidar bloğunun tavrına göre şekillenen konjonktürel kaçamak cevaplarla geçiştirilemeyecek kadar ciddi, hayati bir meseledir. Dolayısıyla gerek Özgür Özel’in gerek CHP’ye oy verdiğini söylediği Kürt demokratların “CHP’de değişim Kemalizme rağmen mümkün müdür?” sorusunu sorması ve tarafları tatmin edecek bir cevap vermesi gerekiyor. Tartışmaya devam edeceğiz…