Ana SayfaGÜNÜN YAZILARICumhur İttifakı’na rağmen AK Parti’de değişim mümkün müdür?

Cumhur İttifakı’na rağmen AK Parti’de değişim mümkün müdür?

“Muhafazakar Kürt seçmen” olarak tanımlanan ama esasında muhafaza ettiği en önemli hususun “dini geleneğiyle iç içe geçmiş etnik kimliği” olduğu göz ardı edilen bu seçmen kitlesi, kendini zamanla Cumhur İttifakı söylemlerindeki “ötekiler” arasında hissetmeye başladı. Gelinen noktada, Kürt meselesinde geçmişte büyük devrimler gerçekleştirmiş olan AK Parti’nin, müstakil siyasal bir parti olarak “Beka meselesi”, “Türklük-Türkiyelilik”, “Türkiye Yüzyılı” gibi paradigmal başlıklarda ve de Kürt meselesinde kendi Kürt seçmeninin aidiyetini muhafaza edecek bir siyasal formülasyon geliştirememesi, söylemlerinin ittifak ortağı MHP’nin söylemleriyle ayırt edilemeyecek derecede benzeşmesi, bu kitleyi dönüşü olmayan bir ayrılığa zorluyor.

AK Parti’nin, 2002 seçimlerinden bu yana Türkiye genelinde “birinci parti olamadığı” yegâne seçimi geride bıraktık. Seçimde ortaya çıkan siyasi tabloyu, temelde: “2028’e matuf büyük anlamlar yüklenen İstanbul sonuçları”, “Türkiyelileşme sürecine giren CHP”, “kızgın sağ seçmenin hicret mekanına dönüşen YRP”, “kırgın sağ seçmenin sandığa küsmesi”, “ekonomik koşullar – emeklilerin tepkisi”, “DEM Parti’nin doğu-batı ve iktidar-ana muhalefet düzleminde kazan-kaybettir-kazandır stratejisi” — ve hepsinin total bir sonucu, belki de sebebi olarak “Ak Parti’nin kuruluşundan günümüze en kötü performansı” başlıklarında özetlemek ve değerlendirmek mümkün.

31 Mart seçim sonuçları, bu ve benzeri pek çok genel başlık altında siyasi arenada, akademik çevrelerde, sokakta, kahvede, basında tartışılmaya devam ediyor. Bu yazıda biz, konuyu, seçim sonuçları üzerine AK Parti’de kaçınılmaz bir gündem haline gelen “muhasebe” sürecini, mensubu olduğu Cumhur İttifakı’nın gerçekliğinde değerlendirmeye çalışacağız.

Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın parti genel başkanı sıfatıyla seçim gecesi yaptığı balkon konuşması ve akabinde MYK toplantısı sonrasında dile getirdiği hususlar, Ak Parti’nin ciddi bir muhasebe sürecine girmiş olduğunu gösteriyor. Sn. Erdoğan’ın seçim sonuçlarına ilişkin genel yaklaşımını şu ifadelerinde görmek kabildir:

“Şahsım dâhil bu masanın etrafında oturan hiçbir arkadaşım, 31 Mart seçim sonuçlarının sorumluluğundan kaçamaz. Başkalarını hesaba çekmeden önce kendimizi hesaba çekeceğiz. İğneyi kendinize çuvaldızı başkasına batırmanızı istiyorum. Partide kimse hesap sorulamaz değil. Ya kendimizi toparlarız ya da güneşi gören buz misali erimeye devam ederiz.”

AK Parti’de, hedeflenen neticelerin elde edilemediği tüm seçimler sonrasında, benzer bir yaklaşımı içeren beyanatlar olagelmiştir aslında. Bu tür durumlar, genellikle “metal yorgunluğu” tabiriyle formüle edilip il ve ilçe bazında, teşkilatlarda değişime gidilerek karşılık buluyor, “mekanik bir yenilenmeyle” yola devam ediliyordu. Fakat mevcut durum, sadece teşkilat revizyonuyla sınırlandırılacak bir tedbirin, Sn. Erdoğan’ın “güneşi gören buzun erimesi” şeklinde betimlediği “çözülmeyi” engelleyemeyeceğini gösteriyor. Zira AK Parti’de sorun, metal yorgunluğunun çok ötesinde, siyasal bir sıkışmışlıktan kaynaklı “mental bir yorgunluk” olarak öne çıkıyor. Bu da AK Partinin — şayet “toparlanmayı” hedefliyorsa — bugüne kadar “sadakatle bağlı olduğu” Cumhur İttifakını ve ittifakın zorunlu kıldığı siyasal zemini, rasyonel bir nazarla tartışmasını “artık” kaçınılmaz kılıyor.

Sürecin başında kurgu ne olursa olsun, ittifakın müşterek siyasal zemini ve sınırları zaman içerisinde, nedense müttefik partilerin “nicel ağırlıklarıyla” ters orantılı olarak şekillendi. Daha açık bir ifadeyle MHP, AK Parti’nin siyasal çizgisine yakınlaşacağına, AK Parti MHP çizgisine yakınlaştı, hattâ pek çok hususta neredeyse “aynılaştı”. İttifak ruhunun, “beka” söylemiyle desteklenen, AK Partili kimi çevrelerin “Türkiye milliyetçiliği” olarak yorumlamak istediği ama esasında yeni model bir “Türk Milliyetçiliği” olarak şekillenen çerçevesi, MHP’yi kendi siyasal özgünlüğünden fire vermeden, nicel ağırlığının çok ötesinde “nitel bir ağırlığa” taşıdı. Zaman içinde Cumhur İttifakının ideolojik ana unsuru haline getirdi. İttifaktaki oransal üstünlüğüne rağmen AK Parti ise siyasal özgünlüğünü büyük oranda yitirerek bu yeni ideolojik zemine “intibak” etmek, sıkışmak durumunda kaldı.

Süreç içerisinde bu durum, AK Parti’nin sahada “parti kimliğiyle” sair konularda siyasal çözüm üretebilme kapasitesini oldukça sınırlıyor, özgünlüğünü kaybettiriyordu. AK Parti genel merkezindeki ana kadroların büyük oranda “ittifakın ruhuna” göre şekillenmesi, parti kodlarındaki istişareye dayalı çok-sesliliği sürekli erozyona uğratıyor, metal yorgunluğundan çıkmaya yönelik il bazlı teşkilat revizyonlarını da anlamsız kılıyordu. Zira bu revizyonlar, aslında AK Parti teşkilatlarını ittifak siyasetinin dayattığı “milliyetçi ideolojik frekansla” senkronize edecek bir şekle sokmaktan ziyade pek bir anlam taşımıyordu. AK Parti içindeki bu “tek tipleşme” süreci dış siyasetten, ekonomiye ve Kürt meselesine kadarki geniş siyasal yelpazede, kuruluş kodlarındaki demokrat rasyonelliği, çok-sesliliği, inkılapçı siyasal üretkenliği büyük ölçüde işlevsiz kılıyordu. AK Parti’nin ittifak temelli siyaset yapma şekli evvela Kürt seçmenin yoğun olduğu bölgelerde görünür hale geliyor; teşkilatların niteliğine, kamu ve halkla olan ilişkilerine, siyaset yapma şekline, söylemine ve eylemselliğine yansıyordu.  Yine de ittifakın öngördüğü, daha doğrusu dayattığı bu siyasal zeminin sandığa yansıyan sonuçları, AK Parti genel merkezince, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin konjonktürel kazanımları çerçevesinde değerlendirilerek 2024 seçimlerine kadar tolere edilebilir bir aralıkta kabul görüyordu.

Bu duruma ilk reaksiyon gösteren seçmen, kuşkusuz, uzunca yıllar AK Partiyle sağlam bir bağ kurabilmiş olan Kürt seçmen olmuştur. “Muhafazakar Kürt seçmen” olarak tanımlanan, ama esasında muhafaza ettiği en önemli hususun “dini geleneğiyle iç içe geçmiş etnik kimliği” olduğu göz ardı edilen bu seçmen kitlesi, kendini zamanla Cumhur İttifakı söylemlerindeki “ötekiler” arasında hissetmeye başladı. Gelinen noktada, Kürt meselesinde geçmişte büyük devrimler gerçekleştirmiş olan AK Parti’nin, müstakil siyasal bir parti olarak “Beka meselesi”, “Türklük-Türkiyelilik”, “Türkiye Yüzyılı” gibi paradigmatik başlıklarda ve de Kürt meselesinde kendi Kürt seçmeninin aidiyetini muhafaza edecek bir siyasal formülasyon geliştirememesi, söylemlerinin ittifak ortağı MHP’nin söylemleriyle ayırt edilemeyecek derecede benzeşmesi, bu kitleyi dönüşü olmayan bir ayrılığa zorluyor. Dahası, son seçimde, AK Parti tabanında sandığa küsme oranındaki büyük artış, YRP’ye kitlesel geçişler, taşrada diğer sağ partilerin kimi yerlerde alternatife dönüşmesi, AK Parti açısından, Cumhur İttifakı’nın siyasal zemininden kaynaklı kaybın özelde Kürt, genelde ana gövdeyi teşkil eden muhafazakar AK Parti seçmeni bağlamında, tolere edilebilir seviyenin epey üstüne çıktığını ortaya koyuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yukarıda bahsini ettiğimiz özeleştirel çağrısı, halihazırda somut bir neticeye ulaşmamışsa da, son yıllarda pek tanık olmadığımız bir şekilde, parti içindeki farklı fikirlerin alenen tartışılmasına yol açmışa benziyor. Özellikle YSK’nın Van seçimlerine ilişkin içinde birçok gariplikler barındıran kararlarına yönelik parti içi farklı tepkiler, bunu daha da belirgin kılıyor. Bu çerçevede yapılan tartışmalara bakıldığında, meselenin, AK Parti’de Cumhur İttifakı zemininin konforunda baskın ses haline gelen “milliyetçi çizgi” ile eski AK Partiyi temsil eden ve kendini “muhafazakar-demokrat” olarak tarif eden çizgi arasında öne çıkan yaklaşım farkı olduğu açıkça ortaya çıkıyor.

İki çizgi arasında gün yüzüne çıkan bu “rekabet” neye evrilir bilinmez, ama Sn. Erdoğan’ın işaret ettiği “toparlanmayı” temin etmek için “muhafazakar-demokrat çizginin” daha gür ve cesur bir sesle, “Cumhur İttifakına Rağmen AK Parti’de Değişim Mümkün Müdür?” sorusunu sorması ve açık yüreklilikle cevaplandırması gerekiyor. Aksi takdirde kızgın sağ seçmenin sığınağı haline gelen YRP’nin, “Türkiyelileşme” yolunda şaşırtıcı bir performans gösteren CHP’nin ve her şeye rağmen dinamik bir toplumsal desteğe sahip DEM’in 2028’e giderken göstereceği performans, Cumhur İttifakı siyasetine sıkışmış AK Parti için geri dönüşü olmayan menfi neticeleri akla getirebiliyor…

Sonraki yazılarda tartışmaya devam edeceğiz…

- Advertisment -