Gelenek-sonrası modernliğin bu çocukça taşkınlıklarını tadil etmek için postmodernizm çağı gelip geçtiği halde ve hatta geleneğe yeni baştan daha ağırbaşlı bir hürmetin lüzumu açığa çıktığı halde bugün Batı’dan daha çok Batıcı olanların entelektüel seviyesi trajiktir.
Sırrı Süreyya Önder’in 29 Ekim 2012’de bir televizyon programında söylediği; “ben bu Cumhuriyetin ne xeyrını görmüşüm” cümlesi 15 Nisan gecesi kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılmasının ardından yeniden dolaşıma girdi. “Ne hayrını görmüşüm diyen Sırrı Süreyya Önder bugün Cumhuriyetin imkanlarıyla tedavi görüyor, Cumhuriyetin yetiştirdiği doktorlar canını kurtarmak için uğraşıyor” lafları eşliğinde. Vicdansız oldukları su götürmez, ancak bu meşum söylemleri yalnızca vicdansız oldukları için dillendirmiyorlar. Aksine bu söylemler kutsal bir borçlandırma stratejisinin en billur örneği.
Dindar ve muhafazakâr mahalleye yönelik içeriden eleştirilerin, giderek bir kişisel farklılık talebine dönüşmesinin, bu eleştirilerin kurucu mantığının ve işlevselliğinin yapay bir zeminde konumlandırılmasıyla bir ilgisi var. Ali Bulaç’ın yazdıkları da buna bir istisna teşkil etmiyor, maalesef.
Suriye ve Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş bulunuyor. Suriye’de Kürt meselesinin hal yoluna gitmesi Türkiye’de mevcut süreci olumlu yönde etkileyebileceği gibi, PKK’nin silah bırakma öngörüsünün gerçekleşmesi de Rojava’da taşların yerli yerine oturmasına katkıda bulunacaktır.
Leninist yeniden dağıtım, 1920’lerde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde savaş komünizmi döneminde tam kamulaştırma ve merkezî planlamayla uygulanmıştı. Bugünün neo-Leninist “ânı” ise, kapitalist sistem içinde melez fakat otoriteryen bir denetimi ifade ediyor.
İster geleneksel liberal cereyandan isterse de yeni sağ-popülist kimlikten olsun – Batı’daki merkezlerin kahir ekserîsi bu pratiği keşfetmek ve tatbik etmek durumunda kalabilir. Hatta bugün dahi keşfediyor ve tatbik ediyor.