Bu haberleri artık hepimiz biliyoruz, hatta biraz da kanıksadık maalesef. Neredeyse hemen her gün sınırdan dönen yüksek pestisit içeren ürün haberlerini okuyoruz. “İnsan sağlığı, gıda güvenliği, ihraç edilen ürünler, sınırın üstünde kullanılan pestisit” cümlelerini hepimiz ezberledik. Haklı kaygılarımız var ve evet hepimiz biraz da öfkeliyiz.
Ama gözden kaçırdığımız bir şey var; bu noktaya bir yılda gelmedik. Uzun zamandır pestisitler ben geliyorum diyordu hem de bağıra bağıra. Pestisitleri hep beraber çağırdık. Sadece üreticilerin veya sadece ihracatçıların günahı değil bu. Üreticiler, tarım ticareti yapanlar, tarım politikalarının belirleyicileri, tüketiciler, tarım alanındaki eğitimciler… Elbirliğiyle, tarım ülkesi olan Türkiye’de 1 kg temiz nar bulmanın kaygısını yaşıyoruz.
Biz bu noktaya nasıl geldik sorusuna doğru cevaplar vermek zorundayız. Aksi takdirde sorunu çözemeyeceğiz. 3-4 firmayı ifşa edip, öfkemizi dindirecekler, pestisit de yoluna devam edecek.
Biz bir yerde bir kırılma yaşadık. “İzin verilen sınırın çok üstünde pestisit tespit edildi” haberlerin başlangıcı işte bu kırılma. Bu kırılmayı tespit etmek için en başa dönüyoruz şimdi.
Anadolu ve Mezopotamya toprakları tarım tarihinin başladığı topraklar. Bunun çok geçerli bir sebebi var; bitki çeşitliliğine çok uygun bir coğrafya olması. Buradaki kilit konu; tarım ürünlerindeki çeşitlilik, yani üretim çeşitliliği. Çünkü sahip olmakla ne kadar övünsek az olan bu topraklar iklimlerin, toprak çeşitliliğin geçiş noktası. Hani çok duyduğumuz Balkanlardan gelen o soğuk hava ile Suriye’den gelen çöl sıcaklıkları ya da özellikle Güneydoğu’da nefes aldırmayan toz bulutlarının sınırındayız. Tarımla ilgilenenler bilirler, iklimin sınırında olan topraklar bitki çeşitliliği açısından zengin olur. Çünkü hem sıcağa maruz kalır hem soğuğa hem güneşe hem kara. Bu yüzden dört mevsim yaşarız. Bu da hem tahıl için hem sebze için hem de ağaçlar için tam bir cennet ortamı. Tohumun çatlaması için buz gibi bir soğuk da var, çatlayan tohumun toprakta rahatça hareket edip, serpilmesi için sıcaklık da var. Bu kadar coğrafya bilgisinden sonra esas konumuz pestisite gelelim
Tarım ürünlerimizin çeşitliliğini öne çıkarıp marka olmak yerine, belli başlı ürünleri çok üretmek üzerine bir tarım politikasını seçtiğimiz günden bu yana pestisit hayatımızda aslında. Burada küçük üreticilerin yok olmasını ayrıca konuşacağız. Ama önce tek tip üretimin pestisitle ilişkisine bakacağız
Hepimiz Çukurova’yı pamukla biliyoruz. Oysa monokültür tarıma geçmeden önce, Çukurova’da buğday ve arpa gibi tahıl ürünleri, nohut, mercimek, fasulye gibi baklagiller, domates, biber, patlıcan, soğan gibi sebzeler, limon, portakal, üzüm gibi narenciye, susam ve keten gibi yağlı tohumlar, yonca ve diğer yem bitkileri de üretiliyordu. Bakın sadece tahıl ürünü değil, sadece baklagiller değil, toprağa hareketlilik katacak onlarca çeşit üretim yapılırdı.
Pamuk talebinin artması, tek tip üretimin daha kârlı olması gibi sebeplerle bölgeye pamuk üretimi teşviki verildi ve orada artık tek bir ürün yetiştirilmeye başlandı. İşte sonumuzun başlangıcı tam da böylece oldu. Tarımsal yapı kökten değişti.
Geniş alanlarda aynı bitkiyi üretmek demek, tek bir zararlı türün veya hastalığın da hızla yayılması demek. Çukurova’nın doğusunda beliren bir bitki hastalığı, 500 kilometre yolu aynı bitkiyle gider ve onu durduracak farklı bir bitkiyle karşılaşmaz. Farklı bir tür bitki doğal kontrol mekanizması sağlar oysa. Yaşlılarımızın hatıralarından biliriz; fasülyelerimizi bit sarmıştı ama hemen yanındaki susamlarda hiç görülmedi hikayelerinden duyarız. Toprağımızın pestisitle tanışması işte bu monokültür üretimle başladı. Hastalığı bile durduracak çeşitliliği yok ederek…
Sadece tek bir ürün, tek bir böceğin yaşamasına imkân verir, topraktaki doğal zararlı avcılar olan faydalı böcekler tek bir bitkinin ekildiği yerde kendilerine yaşam alanı bulamazlar. Toprağın, bitkinin doğal muhafızları olan yararlı böcekler, kuşlar, sürüngenler sadece bir üründen beslenemeyecekleri için o toprağı terk ederler. Toprağın bağışıklığı gittikçe düşer artık. Bir önceki adımda pestisitle tanıştırdığımız toprak artık pestisit bağımlısıdır. Bitki çeşitliliğinin azalması zararlı türlerini de tek tipleştirir. Her yıl aynı hastalık görülür bitkilerde, geçen yıl görülen hastalığa karşı kullandığımız pestisite karşı dirençlidir, idmanlıdır bu hastalık. Aynı dozda ve çeşitte kullandığımız pestisite karşı tepki vermeyen hastalığı durdurmak için artık farklı çeşit ve dozda pestisit kullanmak zorundayız. Hani özellikle haberlerde, “izin verilen sınırın 70 katı pestisit kullanımı tespit edildi” denilir ya, işte sebebi burada yatıyor.
Tek bir bitki türüne bağlı olan bu ekosistem, o bitkiyle beslenen zararlılar için de en ideal ortam aynı zamanda. Bu zararlı popülasyonlarının kontrolsüz şekilde artmasına sebep olur tek tip ekosistem. Böyle olunca da o bitki ekildiği anda pestisit verilmek zorundadır artık, hastalanmasını beklemeden.
Monokültür tarımda üretilen bitkiler kendilerini yalnız hissederler tüm çevresel faktörlere karşı. Aşırı sıcak, aşırı soğuk, az su verilmesi veya çok yağmur yağması… Bitki çeşitliliği bitkilere güç verir, aşırı sıcakta onu koruyan kardeş bitki, çok yağmurda suyu onun yerine içecek olan farklı bir arkadaşı vardır. Dolayısıyla çevresel etkilere karşı daha dirençlidirler. Ancak monokültür üretimde, bitki stresi en üst seviyededir. İklim aşırılıklarında ne yapacağını bilmez ve hastalanır. Onun kaygısını azaltacak kardeş bitkileri de olmayınca pestisit burada da devreye girer.
Monokültür üretimin doğal sonucu olarak topraklarımız yorgun, bitkilerimiz dirençsiz, sularımız kirli, zararlı böceklere, hastalıklara karşı savaşan faydalı böceklerimiz, kuşlarımız ise toprağı terk ettiler. Bu yüzden de her gün sınırdan dönen pestisitli ürün haberlerini okuyoruz.
Monokültür üretimle beraber sadece topraklarımızı değil, küçük tarım üreticilerimizi de yok ettik. Oysa küçük tarım üreticileri aynı zamanda bitki çeşitliliği demektir. Küçük üreticiler, teşvik alan, tek tip üretim yapıp ihracat yapan büyük üreticiler karşısında yok oldu. Konvansiyonel tarımla (yüksek verimlilik ve düşük maliyetle üretim) baş edemedikleri için topraklarını büyük üreticilere kiraladılar, devrettiler. Polikültür üretimin garantörü olan küçük üreticiler yasal olarak büyük üreticilere karşı korunamadı.
Yine monokültür ile bağlantılı olarak değişen tohumlarımız da pestisit kullanımının artmasına sebep oldu. Bu coğrafyanın tohumları farklı genetik yapıya sahipler. Sadece Şanlıurfa-Diyarbakır hattında onlarca çeşit buğday yetiştirilirken, hibrit tohumların hayatımıza girmesiyle bu çeşitlilik azaldı. Daha az genetik çeşitlilik ise, zararlılar ve hastalıklara karşı savunmasız bir ekosistem oluşturmakta. Tohum çeşitliliğini korumak için de bir zamanın orman köylüleri gibi küçük üreticilere yine ihtiyacımız var. Atatohumlar o toprağı tanırlar, bilirler oysa konvansiyonel tarım üreticilerinin kullandığı tohumlar her yıl yenileniyor, sıfır tohum kullanılıyor. Yani her yıl yeni doğmuş gibiler, yeni doğmuş bebekler dünyaya alışmaları için aşılanır gibi hibrit tohumlara da ekildiği gibi zirai kimyasal müdahaleye maruz kalır.
Başladığımız yere dönüp, bozulmanın ilk adımını düzeltmezsek pestisit hayatımızda olmaya devam edecek maalesef.
Topraklarımızı dinlendirmek zorundayız, oluşacak ekonomik boşluğu ise yeni tarım alanlarını çiftçilere tahsis ederek doldurabiliriz. Topraklarımızı ekolojiyle uyumlu yöntemlerle iyileştirmek mümkün. Hem bir iş kolu olacak hem çiftçiye destek kuvvet sağlayacak hayvan gübresi ve kompost üretimine yatırımların yapılması ve teşviklerin verilmesi gerekir. Topraklarımıza dışardan verdiğimiz azotu bitkilerle verebiliriz, nohut ve yonca üretimini teşvik edip toprağın iyileştirilmesinde kullanabiliriz. Küçük aile işletmelerini, küçük üreticileri tekrar canlandırarak, onların küçük üretici olarak kalma tercihlerini yasal olarak korumamız gerekir.
Tarımın sıfır noktası olan bu topraklarda gıda güvenliğiyle ilgili yaşadığımız bu durum çok acı ama geri dönülmez bir yerde değiliz. Hâlâ tüm olumsuzluklara rağmen iklimimiz tarım yapmaya çok müsait, topraklarımız iyileştirilebilir, tohumlarımız ise tamamen kaybolmadı.
Pestisit konusu çok uzun; bir sonraki yazıda, tarım eğitimleri, tarım teşvikleri, tüketim alışkanlıklarımız, gıdaya dair ezberlerimiz ve tüketicilerin bu duruma gelmemizdeki payını inceleyeceğiz.