Özgür Özel’in “Dış politika konusunda Bakanların bize brif vermesi gerekiyor. Bunu Cumhurbaşkanı ile görüştük, olumlu karşıladı” söylemi hakkında nasıl bir okuma yapabiliriz?
Genel bir tablo çizecek olursak, özellikle AK Parti’nin iktidara geldiği günden bu yana AK Parti ile muhalefet arasındaki ilişkiler bir kutuplaşma etrafında cereyan etti. Tabii, burada AK Parti’nin bu tercihleri -kutuplaşma politikası tercihleri – önemliydi. Aynı zamanda, bu siyasi partinin iktidara geldiği zaman, yerleşik sistemin gösterdiği direnç, 28 Şubat’ın hemen arkasından 2007 yılına, 2010 yılına ve 2011 yılına kadar süren gerginlikler, daha sonra çeşitli iktidar içi kavgalara bakıldığında, ülkeye daha çok tek merkezli – yani güç merkezli bir siyaset yürütme tarzı hakim oldu. Türkiye tarihi bakından da buna çok yabancı değil. Pek çok dönemde de bu böyle olmuştur.
Şimdi, Özgür Özel’in bu adımının anlamı ne? Bence, bu adımın hafife alınmayacak, ciddi bir anlamı var, Bu adım daha önce açtığı yolla, ortaya attığı söylemle uyumlu gözüküyor. Muhalefet iktidar ilişkisinin mücadele ilişkisi kadar bir müzakere ilişkisi, bir etkileşim ilişkisi olması gerektiğini ifade ediyor. Özel’in bugüne kadar izlediği yolun, Türkiye’nin farklı kesimlerini bir araya getirme arayışının, CHP’nin yeniden bir kitle partisi olma arayışının arka planında bu tür siyaset anlayışının da yattığını düşünüyorum. Hatırlayacak olursanız, seçim sonrası yaptığı konuşmalarda Özel muhafazakarlara, Kürtlere, İYİ Partililere de teşekkür etmişti. Anlam açık. Cumhuriyet Halk Partisi şimdi bunun ötesinde bir ödevle karşı karşıya, çünkü seçmen kendisine doğru siyaset talebiyle geldi. Bu siyaset talebinin, söylem ötesinde filli karşılığının ilk adımlarını bu tür uygulamalarda görüyoruz. Bunlardan ilki Cumhurbaşkanı ile buluşması ve diyalog sürecini ya da müzakere sürecini başlatması hamlesiydi.
Bu görüşme nedeniyle eleştirildi belki Özel. Ama görüşme anlamlıydı. Kavala, Demirtaş dosyasını gündeme getirmesi, sadece eleştirel siyasetin değil, iktidarı kendisine çekerek, iktidarla etkileşim içerisinde bazı kapıları açarak zorlayan, talep eden bir siyasetin ipuçlarıydı bunlar. Bunu muhalefetin kararları pozitif yönde etkileme arayışı olarak değerlendirebiliriz. Son yaptığı açıklamada da ilginç. Zira bir adım ötesini görüyoruz bunun. Dış politika ve savunma konularıda bilgi almak ve ülke temsilinde tutarlılık meselesini dile getirmesi de dikkat çekici. Bu, bir tür siyasal sistemin işleyişiyle Türkiye’nin temsili, devlet siyaseti arasındaki bağları kurma süreci olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’nin dış politikasında muhalefet ve iktidarın aynı kaynaktan, aynı güncellikle beslenmesi ancak farklı hassasiyetler, bunların en azından bu çerçevede tartışılması imkanı verir iktidar da buna kapılarını açarsa. Devletin taşıdığı genel bir siyaset var zaten son dönemlerde gündemde. Bu devlet siyasetinin parçası olmak arayışıdır aynı zamanda. Şimdi, bu bir tarafıyla eleştirilebilir ama diğer tarafından baktığımız zaman Türkiye’nin bence buna ihtiyacı var. Bunlar akıllı ve yaratıcı hamleler.
Tabii ki, her iki parti bir araya gelip son derece muhafazakar bir dış politika ortaya çıkarırsa, örneğin, bunu tartışırız. Ama usul açısından böyle bir koordinasyonun önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta, bunun daha da ötesine geçip şunu söyleyebiliriz: Sadece dış politika meselesinde değil, milli savunma konularında da değil, diğer konularda da bu tür temasların sistematik hale gelmesi, muhalefetin siyaset yapımında kendi ilkeleri etrafında pay alması anlamına gelir. Ve bunların hepsinin ifade ettiği şey siyasettir.
Siyaset sadece önerilerle, soyut ortaya atılan söylemlerle oluşmaz. Bu söylemlerin, bu önerilerin hayata geçirilme çabasıyla gerçekleşir. Belediyeler bunun mecralardından birisidir. Şimdi bir kapıyı zorlayan bir örnek görüyoruz ve ben açıkçası şu aşamada son derece anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum.
Muhalefet liderinin cumhurbaşkanıyla görüşmesi son birkaç yılda görmediğimiz bir şey. AK Parti ile “helalleşme” gibi bir şey olarak düşünebilir miyiz bunu?
Yani, helalleşmeden ne kastettiğimize bağlı. Helalleşme, bir tür göz yummaksa hayır. Helalleşme bir tür majestelerinin muhalefeti olmaksa yine hayır. Ben tam tersine burada siyasi alana katılım çabasını görüyorum. Tabii ki, bu AK Parti’nin iktidardaki varlığını kabul etmek ve tanımak anlamına gelir ki, zaten böyle olması gerekir. Ancak aynı zamanda muhalefetin de siyaset yapımında etkin olması anlamına da gelebilir.
Dolayısıyla, bir helalleşmeden çok bir etkileşim, bir yumuşama arayışı olarak bunu tanımlayabiliriz. Aslında, Özel yumuşama kelimesini sevmemiş, normalleşme diyor. Bu bir normalleşme ise ki, bunun en azından kutuplaşmanın, sertleşmenin, karşılıklı atışmaların sona ermesi, mücadelenin, üslubunun bu etkileşim etrafında değişmesi olarak tanımlanması helalleşmeden daha doğru diye düşünüyorum.
Peki neden buna ihtiyaç duydu? Bu seçim zaferi onlarda hareket alanını rahatlatma isteği mi oluşturdu?
Söylediğim gisi Özel’in normalleşmeden kastettiği şey anlaşıldığı kadar, kutuplaşma ve diyalog eksikliğinin ortadan kalkmasıdır. Demokratik bir sistemde olması gerektiği gibi muhalefetle iktidarın karşı karşıya gelip farklı fikirleri ifade etmesi, ama aynı zamanda buradan ortak paydalar, en azından ortak bir iklim, bir siyaset ortamının ikliminin gelişmesdiri. Özel’in kastettiği anlamın bu olduğunu düşünüyorum.
Bu da senin sorduğun anlamda ele alacak olursak, neden Özel bunu gündeme getiriyor? İki hususun altını çizmek belki doğru olur: Bunlardan biri Cumhuriyet Halk Partisi’nin, aslında, Kılıçdaroğlu da bu hattı açan, kimlik savaşlarını sonlandırmayı hedefleyen ve yeniden bir kitle partisi olmaya açık, çeşitli toplumsal grupları kucaklamaya çalışan bir siyaset anlayışını kurmasıyla ilgili olmalı. Özel bu hattı devam ettiriyor, fakat eksik olan neydi diye bakacak olursanız, eksik olan işte bu diyalog sistemi ya da vurucu siyaset ayağının yokluğuydu. Kılıçdaroğlu dönemi sadece eleştirel siyaset üzerine kurulmuştu. Burada, eleştirel siyaset kadar bir tür işbirliği yaparak kurucu bir siyaset ayağını tamamlama niyeti olduğunu düşünüyorum. Bu dolayısıyla, Özel’in CHP’nin yeni geliştirdiği duruşla uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Söylemle uyumlu bir durum bu bakımdan benimsenmiştir, diye düşünüyorum.
İkincisi tabii şunu söylemek lazım, bir rekabet söz konusuysa, bu rekabet sadece itirazla olmuyor. Bugün siyaseti taşıyan çok güçlü bir mekanizma haline geldi, devlet. Dış politika, milli savunma gibi konular buraya dahil. Ana muhalefet partisinin bunların içine girmesi, bu mekanizmalara dahil olması siyasete temasın bir yoludur. Dolayısıyla siyasete açılan bir kapıdır. Kendi gücünü arttırıp karşı tarafın gücünü sınırlama emeli mutlaka vardır. Tayyip Erdoğan da buradan başka bir beklenti içindedir. Çünkü seçimleri bir tür kaybetti ve bir moral üstünlüğü kaybetti. Burada yumuşama politikasına uyum göstererek, ayak uydurarak belki de anayasa tartışmaları konusunda yeniden gerçekçi ve fiili olmasa bile söylemsel bir özgürlükçülüğü dile getirerek aradaki mesafeyi kapatmaya çalışacaktır.
Yani real politik açısından ya da gerçekçi politika açısından tablo bu diye düşünüyorum.