“Kullandığım cümle, Türk siyasi hayatına AKP’li bir bakan tarafından kazandırılan bir cümle. Cümle bana ait değil. Rıza Zarrab için söylenmiş. ‘Kimse sana birşey yapamaz, ben senin önüne yatarım’ denmiştir” diyor Kılıçdaroğlu.
Yanlış.
O cümledeki deyiş “Türk siyasi hayatı”na bizzat Kılıçdaroğlu ve partisi CHP tarafından kazandırıldı.
Bir ana muhalefet partisi olarak CHP, AK Parti karşısında alternatif siyaset geliştirmedeki başarısızlığını örten bir şans olarak, her bakımdan oldukça şüpheli bir takım ses kayıtlarını, siyasetinin merkezine yerleştirdiğinde oldu bu.
Kayıtları alıp, hangi koşullarda, hangi saiklerle ve nasıl oluşturulduğunu önemsemeden; geçmişte Cemaatin gıyabında dile getirdikleri “devlette, yargıda ve poliste kadrolaşıyorlar” haklı şikayetlerini de bir anda unutarak; TSK üzerine kurdukları (ve evet, bir dönem bir kısmı oldukça haklı gerekçelerle de olsa, aslında hepimizi yanıltan) kumpasların kaynağındaki bir illegal örgütlenme tarafından üretildiklerini de aniden unutarak… kullandılar.
Böylece basına açık bir siyasi parti grup toplantısında değil, iki kişi arasında geçen özel bir telefon konuşmasının ses kayıtları, büyük çaplı bir komplonun parçaları haline değil ama kullanılabilir bir siyasi argüman haline gelebildi.
Elbette CHP’den önce asıl suçlu, bunları hazırlayan ve servis eden Cemaat olsa da, rahatlıkla söz konusu deyişi Türk siyaset hayatına CHP kazandırdı diyebiliriz.
Onlar sayesinde ne idüğü belirsiz bir takım ses kayıtları toplumun algı evreninin getirilip merkezine oturtuldu ve sadece CHP’nin değil, Demirtaş’ın söylemi üzerinden HDP muhalefetinin de asli silahı bu gayri meşru kayıtlar oldu.
Her iki parti de, kaynağına ve koşullarına bakmaksızın, hiçbir şekilde sorgulamaksızın, (ellerinde daha iyi bir argüman bulunmadığı ve de hiçbir zaman bulunamayacağını bildikleri için) kayıtları aldılar, kullandılar ve böylece siyaset hayatına soktular.
Ve son olarak da CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bu deyişi, asıl bağlamından koparıp bile isteye çarpıtarak ve net bir cinsel anlam yükleyip hakaretleştirerek, bir kadın bakanı tahkir için kullandı.
Devamında, CHP salonunda bulunan milletvekilleri ile çoğunluğunu kadınların oluşturduğu izleyiciler de, bilinen “cemaat-imam” ilişkisine örnek oluşturan cevabi tezahürat eşliğinde, bu terbiyesizliğe şevkle katıldılar.
CHP ve CHP tabanı uzun süredir böyle.
Bir kifayetsizlik içinde gittikçe derine gömülüp, giderek baştan aşağı küfre kesiyorlar.
Kızgın, saldırgan ama etkisiz, anlamsız bir yıkıcı enerjiyle sürekli hareket halinde küçük bir grup.
Yine de peşlerinde oldukça önemli, kendilerine benzemeyen fakat sürükleyebildikleri bir kitle, hatırı sayılır oy potansiyeliyle birlikte mevcut ve bu kitleyi tutabilmelerinin tek yolu da bir yanılgıyı hiç durmadan besleyebilmek.
Onlar da bunu yapıyorlar.
Ensar Vakfı içine sızmış bir hastalıklı ruhun (evet, Vakfın sorumlusu olduğu bazı boşlukları da suistimal ederek) işlediği suçları çarpıtıp, büyüttükleri kartopundan, onu yuvarlayıp bir çığ haline getirerek yararlanmaya çabalıyorlar.
Kendilerini üzerinden olumlayabilecekleri hiçbir siyasi argümanları, projeleri, çalışmaları ve özellikle iktidar umutları da olmayınca, yapılabilecek tek şey kalıyor elde;
“Ama onlar bizden bile kötü” algısı oluşturmak.
Uzun süredir CHP siyaseti tümüyle bundan, bu algıyı elden geldiğince beslemekten ibaret ve artık bunu kabullenmenin rahatlığında direkt operasyonlara da girişiyorlar.
2010 yılına ait seçmen bilgileri olduğu söylenen ve 50 milyon kişinin (adı, soyadı, TC kimlik numarası ve adresleri gibi) özel, kişisel bilgilerini içeren bir veritabanı (database) sızdırıldı.
Yüksek Seçim Kurulu ve onun paylaştığı/paylaşmak zorunda olduğu siyasi partiler, söz konusu database’in ortak saklayıcıları.
Bu tür veriler, köşe başındaki araba kiralama şirketinde birkaç yüz kişiyi, semtin noterinde birkaç bin kişiyi, örneğin bankalar ve GSM operatörlerinde ise milyonlarca kişiyi kapsayacak şekilde zaten bulunuyor, el altından satılıyor ve paylaşılıyordu.
Sızdırmanın, altı yıl önceki ve özellikle “adresler” gibi geçerliliği kalmamış verileri içermesi yüzünden, fazla bir yıkıcı etkisi olması beklenmiyor.
Sızdırmadan asıl murad edilen ise muhtemelen çok başka.
25 Mart 2016 günü, her zamanki gibi muhalefetten çeşitli eleştiriler alan ve uzun süredir tartışılan Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, TBMM’de onaylanarak Cumhurbaşkanı’nın imzasına gönderildi.
Tam burada…
Gündemin yoğunluğu içinde yine benzer bir çoğu gibi, yeterince ve sağlıklı biçimde tartışılamayan kanunun, Meclis’ten Cumhurbaşkanı’nın onayına doğru yol almasından yaklaşık bir hafta sonra ortaya çıkan, “50 milyon kişi bilgileri” database’inin sızdırılması hakkında…
Provokasyon ve tezvirat konusunda diğer CHP’li vekillerden hep en önde koşuşuyla bilinen Eren Erdem’in seri tweet’lerine göz atalım:
“1- İnternete sızan kişisel verilerimiz neden sızdırıldı?Esasen bu çok önemli bir konu ve şimdi yazacaklarım sizleri çok şaşırtacak…” diye başlıyor Eren Erdem.
“2- Kısa bir süre önce TBMM'den bir kanun geçti. Kanun; 'Kişisel verileri koruma kanunu.' Biz buna FİŞLEME YASASI diyoruz” diyor ve devam ediyor:
“3- Bu kanuna göre, Bakanlar kurulu ve Cumhurbaşkanı'nın seçtiği 7 kişilik bir kurul, 78 milyonun tüm bilgilerini kayıt altında tutacak…”
“4- Kayıt altına alınacak olan bu kişisel veriler, banka bilgilerinden, özel hayatına varıncaya kadar neredeyse tüm bilgiler.”
“5- Yalnız kanun diyor ki; 'kurulun kişisel veriyi kaydetmesi için kişiden izin alması gerekir, BİLGİNİN DEŞİFRE OLMASI İSTİSNA..'”
“6- Yani normal şartlarda kurul, bilgilerinizi kayıt altına alıp FİŞLEMESİ için sizden izin almalı. TEK İSTİSNA: 'bilgilerin deşifre olması.'”
“7- Şu an TÜM bilgiler sızdı. Dolayısıyla, Erdoğan ve kabinenin atayacağı bu kurulun bizim iznimizi almasına gerek kalmadı. Uyanıklığa bak!”
“8- Kanun çok açık; 'kişinin rızası olmadan bu kurul kişinin bilgisini kaydedemez. İSTİSNASI: bilginin deşifre olmuş bir bilgi olması.'”
“9- Ortalığa saçılan kişisel bilgilerimize bu açıdan bakınız. Bu sessiz operasyonu o taktirde görebilirsiniz.”
İlginç değil mi?
Eren Erdem’in ima veya iddiasını kısaltırsak, devlet/AK Parti (veya onun içinden birileri?), bu verileri “fişlemeye” yasal dayanak sağlamak veya yasanın engellerinin arkasından dolaşabilmek için servis etti.
Fakat garip bir durum var…
Bu bilgiler zaten, yani bu 50 milyonluk database servis edilmeden de, nüfus müdürlükleri ve muhtarlıklar yoluyla devlete verilmişti.
Sadece devlete de değil, ülkede herhangi bir işlemin yapılabilmesi için bu asgari bilgilere gerek duyan ve sözü geçenlerin hepsine…
Bu sızıntı olsa da olmasa da, Eren Erdem’in (veya yasanın) dediği gibi, “bilgilerin deşifre olması” çoktan gerçekleşmişti.
Peki o zaman “malumun ilâmı” üzerine kurulu ve kendi içine çöken bu komplovari iddianın dile getirilme sebebi nedir?
İnsanın aklına gelen tek olasılık, murad edilenin şöyle tarif edilebileceği:
“Bakın bir yasa geçti. Bu yasa sayesinde Devlet, kişisel bilgilerinizle hepinizi fişleyecek ve diyelim ki kötü niyetle kullanmadı ama verileri güvende tutabilecek gibi de görünmüyor.
İşte 50 milyonluk sızıntı ortada…”
Yani: “Siz belki bağlantıyı kuramazsanız; ben kurmanıza yardım edeyim.”
Altı yıl öncesine ait oluşuyla yıkıcı olmaktan yeterince uzaklaşmış, fakat etkisizleşecek kadar da uzaklaşmamış bir veritabanının servisiyle, geçişine engel olunamayan bir yasanın ve sunucusu il muhtemel uygulayıcısının hedef alındığı güzel bir tezgâh.
İdeal ve yerleşik CHP usulü.
Yine Eren Erdem’in profilinde sabitlenmiş tweet’i ile bitirelim;
Boşa gürültü çıkartmayın!