Ana SayfaYazarlarABD’nin yeni Kürt stratejisi

ABD’nin yeni Kürt stratejisi

Türkiye-Amerika ilişkilerinin Kürt sorunu bağlamında dönüm noktası, Suriye oldu. Amerika 2011 yılı ortalarında perde arkasında Türkiye’den Esad rejimine muhalif unsurları örgütlendirmesini, bu unsurlara lojistik ve mühimmat temin eden ülke olmasını talep etti. Ancak Türkiye, rejimin ikna edilerek değişim – dönüşüm olanağı yaratılması seçeneğinin daha ehveni şer olacağını belirterek, uzun süre Amerika’nın niyetlerine olur vermedi. Bu sırada Türk dış politikasının eksen kayması yaşadığı tezi, yöneticileri etkilemek için içte ve dışta tedavüle  sokuldu. Ancak asıl etkileyici enstrüman, 7 Şubat 2012 tarihli MİT Operasyonu oldu. Operasyondan sonra gerçekleşen Ahmet Davutoğlu – Hillary Clinton zirvesinde, Suriye politikası konusunda anlaşma sağlanıp Clinton’un zirvenin ardından “Türkiye’de istikrarı önemsiyoruz” demeci olmasaydı, ucu Erdoğan’a uzanacak 7 Şubat MİT darbesi amacına ulaşmış olacaktı. 

 

Ayrışan çıkarlar, yeni ittifaklar

 

İçte ve dışta baskıların dozu giderek arttırıldı; nihayet Türkiye, Suriye’ye müdahalede ana aktör olmaya ikna edildi. Ancak müdahaleden sonra Türkiye ile Amerika’nın Suriye Kürtleriyle ilgili beklentileri ve çıkarları karşı karşıya gelince, Amerika Türkiye’nin kendisi için vazgeçilmezliğini minimuma indirecek yeni bir stratejinin artık zamanı geldiğine karar verdi. Çünkü Türkiye’yi eskisi gibi çıkarlarına göre konumlandırmada problem yaşamaktaydı. Bu duruma da, Türkiye’nin sorgulayıcı bir kamuoyuna sahip olması, yeni siyasi elitlerin artık eskileri gibi ülkeyi Ortadoğu’nun jandarması konumunda görmek istememeleri, ulusal çıkarlarını öncelikli görmeleri yol açmaktaydı.

 

Amerika “Türkiye’nin sahip olduğu jeo-stratejik konumu ve rolü kim üstlenebilir?” diye baktığında Kürtleri gördü. Hem sahip oldukları coğrafya kendisi için stratejik öneme sahip Asya-Ortadoğu-Akdeniz hattında yer almaktaydı, hem askeri üsler açısından ileri karakol vazifesi sunabilirdi, hem verecekleri destek ile Türkleri tavize zorlayabilirlerdi, hem de sorgulamayan bir kamuoyuna sahip olmaları sorunsuz bir gelecek vaat edebilirdi.

 

Kürt hinterlandının himayesi

 

ABD Türkiye’ye alternatif yeni Kürt stratejisi ile bir Kürt hinterlandı yaratacak; ancak bu hinterlandın aynı zamanda koruyucu gücü olacaktı. Güney Kürdistan’da oluşturduğu statüye benzer statüyü Rojava’da oluşturacaktı. Güney Kürdistan’da, Hewler’de inşa ettiği askeri havaalanına benzer üssü Rojava’da da inşa edecekti. Böylece bu konularda Türkiye’ye duyduğu mecburiyeti en aza indirecekti. (Bu paragrafta dile getirilen tezler, Suriye müdahalesinden sonra Rojava’da sıklıkla dile getirilen görüşleri yansıtmaktadır.)

 

Türkiye’de de ABD, başladığında mesafeli durduğu müzakere sürecini destekleyecek, böylece çatışmasızlık ortamının tesis edilmesine çalışacaktı. PKK’yi terör örgütü olarak gördüğünü deklare edecek; ancak el altından da müzakereleri ve özerkliği işaret edecekti. Zira çatışmalı ortam Türkiye’nin Rojava’ya müdahalesiyle sonuçlanabilirdi. Türkiye’de KCK’yi tatmin etmeyecek bir duruş da, Kürt siyasi öznelerinde motivasyon kırılması yaratabilirdi. (Bu paragrafta seslendirilen tezler, Amerikan konsolosluk görevlileri ile Amerika’ya yakın gazeteci ve düşünce kuruluşları temsilcilerinin, Kürt siyasetçileriyle yaptıkları görüşmelerde sordukları sorular, yaptıkları değerlendirmeler ve dile getirdikleri beklentilerden yola çıkılarak oluşturulmuştur.)

 

“Reaksiyonda hedef şaşırt”

 

Ancak burada Amerika’yı kaygılandıran bir problem ortaya çıkmaya başladı. ABD’nin kendi çıkarlarına göre konumlandırdığı Rojava, kantonların birleştirilmesi hamleleri ile Türkiye için ciddi bir bölünme ve ulusal güvenlik tehdidi oluşturdu. Türkiye bunu kabul edilemez buldu. Bunun üzerine Amerika, Türkiye ile Rojava arasında Güney Kürdistan benzeri bir “dostane ilişki” kurulmasını teşvik etti. Ancak bunda başarılı olamadı. Bunun üzerine gerilimi çözmeyecek, ancak yönetecek yaklaşımları devreye koydu.

 

PYD ile KCK’yi birbirinden ayrıştırması bu yaklaşımın bir gereğiydi. IŞİD tehdidinin çok ciddi küresel güvenlik zaafı yarattığı koşullarda, PYD bu tehdidi bertaraf edebilecek bir aktör olduğuna göre PYD’ye dokunulmamasını talep etmesi, gerginliği yönetilebilir kılma çabasının bir diğer hamlesiydi.

 

ABD, bu araçların da başarılı olamadığını görünce Kürt kazanımlarını güçlendirecek ancak bunu yaptığı için de Türkiye’yi karşısına almayacak, daha net ifadeyle Türkiye’yi kaybetmeyecek bir arayış içine girdi. Arayışın odağına “sonuçların faturalandırılmasında hedef şaşırt” bakış açısını yerleştirdi. Bu bakış açısı 24 Kasım 2015 tarihinde hayat buldu. Türkiye Rusya’ya ait savaş uçağını düşürdü. Böylece artık ABD bir yandan Kürtleri güçlendirecek ama bunu yaptığı için de Türkiye ile ilişkileri bozulmayacaktı. Parmaklar Amerika’yı değil Rusya’yı gösterecekti. (Bu paragrafta dile getirilen düşünceler olguları anlamlandırma çabalarımın bir sonucudur. Tartışılmaya ve kanıtlanmaya açık düşünceler olduğunu ifade etmek isterim.)

 

“Türkiye Kürdistanı’na özerklik”

 

Amerika’nın görünen hamleleri ve adımları, yakın bir gelecekte Güney Kürdistan’da bağımsız bir devlet oluşturmak, Rojava’da da Güney Kürdistan benzeri bir bölgesel devlet inşa etmek. Stratejisinin görünmeyen ayakları olan Türkiye ve İran’da ise neyi hedeflemekte? Şahsi kanaatim, Türkiye ve İran’da da özerk veya bölgesel bir devlet yapılanması oluşmadığı sürece, ABD’nin PKK’ye silahsızlandırılma baskısı yapmayacağı yönünde. Türkiye’deki özerk veya bölgesel devlet yapılanmasını ise, bağımsızlığa eklemlenip eklemlenmemesinin pazarlığı içinde karşı koza dönüştürecek. Pazarlık kartına dönüştüreceği bir diğer kart ise enerji kaynaklarının rotası olacak. Enerji rotasını Rojava üzerinden Doğu Akdeniz’e ulaştırıp ulaştırmamayı, Türkiye ile ilişkilerin ve menfaatlerin seyrine göre belirleyecek.

 

KCK-PYD ayrışması mümkün mü?

 

Özgür ve demokratik bir kamuoyu olmayan, ancak ABD çıkarları dahilinde hareket eden bir Kürdistan yapılanması, Güney Kürdistan’da sorun çıkarmayacak. Ancak Rojava’da probleme dönüşmesi kuvvetle muhtemel. Her şeyden önce Öcalan’ın ve PKK’nin “yeni insan – yeni toplum – yeni düzen – kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite” savunusu, Amerika’ya Rojava’yı istediği gibi şekillendirme olanağı vermeyecek. ABD bunun farkında olduğu için, PYD’yi KCK sisteminden ayrıştırmayı önceleyen söylem ve yaklaşımları öne çıkarmaya başladı. “Pratiği” öne çıkaran PYD ile “ilkeyi” öne çıkaran KCK, ABD ile ilişkiler konusunda — ABD’nin de teşvikiyle — kendilerini bir anda tartışma içinde bulabilirler. Bu farklılık PYD’de, 2003-2004 yılları arasında PKK’den ayrışan gruba benzer reaksiyon ve tutumlar da doğurabilir.  Bağımsız Kürdistan (Güney Kürdistan) ile Rojava arasındaki ilişkiler ise, iki farklı siyasi eğilim yüzünden gergin olacak. Ancak bu gerginlik bir çatışmaya dönüşmeyecek. Fakat PYD’nin KCK’den ayrışması halinde Rojava’nın bağımsız devlet ile birleşmesi güçlü bir ihtimal olacak.

 

Rusya-Rojava ilişkileri konusunda ise önce şu tespitleri yapmalıyız: Rojava 24 Kasım 2015 tarihine kadar Türkiye ile Amerika arasındaki bir problemdi. Uçak düşürüldükten sonra Türkiye ile Rusya arasında bir probleme dönüştü. Türkiye, Amerika’nın yarattığı zeminde, karşısında Rusya’yı buldu. Son üst düzey Rojava ziyareti de gösteriyor ki Rojava’ya daha fazla konsantre olan taraf Rusya değil Amerika.  PYD, Rusya’nın kendilerine alan açma, konumlarını güçlendirme desteğinden sonuna kadar yararlanacak. Ancak kazanımlarını güvenceye aldıktan sonar, kendisine daha çok avantaj sağlayacak Amerika’yı tercih edecek, Rusya’yı değil.

 

 “ABD size ne verir salaklar!”

 

Türkiye ile Amerika arasında, stratejik öneme haiz Kıbrıs’tan AB üyeliğine, Dağlık Karabağ sorunundan Azerbaycan’la ilişkilere, Kürt sorunundan Pakistan ve Afganistan’da NATO kapsamında yapılan görevlere kadar, 20 konu başlığı bulunmakta. Bu konu başlıkların 19’unda Türkiye ABD’nin taleplerine “evet” dedi. Stratejik konu başlıklarının sadece Kürt sorunu ile ilgili bölümlerinde ABD ile görüş ayrılıkları yaşanmakta. ABD, takındığı tutum ve tavırlarla Kürt konu başlığını diğer konulardan daha fazla önemsediğini hissettiriyor. Bu durum Türk devlet yöneticileri ve siyasi karar vericilerinde, “Ulusal çıkarlarımızı önemsemeyen, hattâ ciddi bir şekilde tehlikeye atan ABD ile hiçbir şey yokmuş gibi devam edebilir miyiz?” sorgulaması yaratmış bulunmakta. Bu tedirginlik Kürt sorununa da yansıyor. Türkiye ile Amerika arasında Kürtlere yaklaşımda altın denge oluşmadıkça, Kürt sorununun çözülmesi zor görünmekte.

 

Bu duruma ilişkin en dikkate değer değerlendirmeleri Öcalan yaptı. İmralı Günleri isimli kitabımda, Öcalan’ın 26 Mart ve 9 Nisan 2003 tarihlerinde İmralı’da sarf ettiği şu sözleri kamuoyunun dikkatine sunmuştum:

“Türkler de Kürtler de ABD’den bekliyor. Gözlerini dört açmış, hem Kürtler, hem Türkiye… ABD bize ne verir diye. ABD size ne verecek salaklar! Kanınızı döker, karnınızı birbirine bağlar, sömürür. Bir verir on alır. Demokrasiyi geliştireceksin, ABD’le ölçülü ilişkiye gireceksin.”

Kanımca bu ifadeler bugüne de ışık tutuyor.

 

 

- Advertisment -