Ana SayfaYazarlarBöyle parlamentolar mı?

Böyle parlamentolar mı?

 

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, önceki günkü grup toplantısında, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğiyle ilgili olarak, “ arkadaşlarımız tutuklanır, milletvekilliklerinin düşürülmesine kadar gidilirse hiçbir seçenek bizim açımızdan tartışılmaz olmayacaktır” dedi ve ekledi: “parlamentoları partiler değil, halk kurar ve halk isterse birden fazla parlamento da kurar". Şok edici bir açıklama kuşkusuz ama şiddete açık bir çağrı ya da övgü içermediği sürece dile getirilmesinde kendisi ve partisi dışında başka kimseye herhangi bir zararı yok.

 

Zararı kendisine ve Türkiyeli olduğunu iddia eden partisine; çünkü söyledikleri bu bağlamda doğru değil. Halk, parlamentoları referandumda onay verdiği anayasaya göre kurar. Son genel seçimlerde oyların sadece yüzde 10,8’ini alabilmiş bir partinin 5 milyon dolayındaki seçmeni, Türkiye halkının kurucu iradesini temsil etmiyor. Sayın Demirtaş, “halk” sözcüğüyle Türkiye halkının içinde yer alan, ayrılmaz bir parçası olan Kürtleri kast ediyorsa bile, HDP’nin Kürt halkının tek, mutlak temsilcisi olmadığı yadsınamaz bir gerçek. Peki, o takdirde Demirtaş’ın ayrılıkçılık kokan bu açıklamasından ne anlamak gerekir?

 

Demirtaş’ın açıklaması bana, ayrılıkçı Bask terör örgütü ETA’nın gazetesi Gara’da bundan yaklaşık 17 yıl önce yayımlanan şu satırları anımsattı: “18 Eylül 1999 günü, Bilbao Eskalduna Sarayı, Udalbiltza’nın (Bask Belediyeler Meclisi) hayata geçirilmesine ev sahipliği yaparak, tarihi bir olaya tanıklık etti. Euskal Herria’nın (Büyük Bask Ülkesi) dört bir köşesinden gelen 1778 Belediye Başkan ve Meclis üyeleri, bir ret, bir çekimser oya karşılık büyük çoğunlukla ilk Bask milli kurumunun oluşumuna onay verdi. “

 

Altı çizilmesi gereken ilk husus, Udalbiltza’nın kurulmasını kararlaştıran Belediye Başkan ve üyelerinin halkın seçtiği temsilciler olmasıydı. Ama bunlar İspanya’nın Euskadi ve Navarra özerk toplulukları ile Fransız Bask bölgesinde faaliyet gösteren ayrılıkçı milliyetçi partilerden seçilmiş yerel temsilcilerdi. Başka bir deyişle bu coğrafi alanda seçilmiş temsilcilerin tümünü kapsamıyordu. Gerçi ETA’nın eylemsizlik kararıyla 1998 sonbaharında başlayan Lizarra sürecinde teröre karşı olan PNV (Partido Nacionalista Vasco) ve EA (Eusko Alkartasuna) gibi siyasi partilerin de bu girişime destek verdiği dikkate alınırsa, Euskadi’de yerel seçilmişlerin çoğunluğunu Bask milliyetçiler oluşturuyordu ama Navarra’da Batzarre ve Fransa’da AB (Abertzale Batasuna) azınlık temsilcileriydi. Sonuçta evet Udalbiltza halk tarafından, halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla kurulmuştu ama burada bir “eksik temsil” söz konusuydu.

 

İkinci husus ve kuşkusuz çok daha önemlisi, yerel temsilcilerin bu girişimi takdim edildiği gibi bir “parlamento” değil, hukuken Lizarra sürecine dâhil olan siyasi parti temsilcilerinin kurduğu bir “dernek” niteliği taşıyordu.  Dolayısıyla Bask milliyetçilerce İspanya ve Fransa sınırları içinde yer aldığına inanılan 6 (kimilerine göre 7) Bask bölgesinden temsilcilerden oluşan bu Meclis, hayalî Euskal Herria’yı temsil eden sanal bir Meclis’ti. Halk söz konusu temsilcileri belediye hizmetlerini yerine getirmeleri için seçmişti. Başka türlüsü nasıl mümkün olabilirdi ki?

 

Altının çizilmesi gereken üçüncü ve son husus, Udalbiltza’nın aslında terör örgütünün 1978 Anayasası ile getirilen özerklik sistemine alternatif kurumsal projesinin bir parçası olmasıydı. ETA, Fransa ile İspanya ve İspanya’da Euskadi ile Navarra arasında bölünmüş Baskları bir araya getirmek için iki meclisli bir yasama öngörüyordu. Ayrıca “Herrialdes Cuntası “ adı verilen ve 6 Bask bölgesinin ( Álava, Guipúzcoa, Vizcaya, Navarra, Lapurdi ve Zuberoa) 12’şer temsilcisinden oluşan bir Meclis daha kurulacaktı.    

 

Aslında ETA’nın projesi, Udalbiltza’nın ileride “Halklar Cuntası” ismini almasını ve Bask yurttaşları en üst temsil eden bir kurum olmasını tasarlıyordu. Bildiğimiz Birinci Meclis daha sonra kurulacak, 72 temsilciden oluşacak ve “Yasama Meclisi” adını alacaktı. Bu Meclis yasa yapacak, Herrialdes Cuntası ise Senato işlevi görecekti.

 

Yukarıda anlattıklarım, Bask Ülkesi’nde 1998-2001 yılları arasında hüküm süren eylemsizlik ortamında hukuken geçerli olmasa da hayata geçirilmeye çalışılan Bask ulusal yapılanmasına ilişkin kurumlar.  Böylesine sanal bir çerçevede, halkın başka bir amaçla seçtiği ayrılıkçı parti temsilcilerinin katılımıyla birden çok parlamento kurulabilir elbette.

 

Demokrasilerde ayrılıkçı partilerin de yeri var. Her siyasi parti gibi şiddet ve teröre çağrı ve övgüde bulunmamaları kaydıyla, Türkiye’de de bu tür partiler kurulabilmeli. Özünde ayrılıkçı oldukları halde bu eğilimlerini örneğin “Türkiyelileşme” gibi sloganlar ardına gizlememeleri ve seçmenleri yanıltmamaları için.

 

İspanya’da sözünü ettiğim Lizarra süreci, ETA’nın yeniden şiddete dönmesiyle sona erdi. PNV ve EA gibi şiddete karşı ayrılıkçı partiler, terör örgütünün siyasi kolu Batasuna ya da o zamanki adıyla Euskal Herritarrok’la aralarına mesafe koyunca sanal parlamentolardan da eser kalmadı. Demek istediğim şu ki parlamentoların sanalda kurulmasının bile önemli bir koşulu var: terör ve şiddetten arındırılmış bir siyasi ortam. Keşke Demirtaş, kurulabilecek parlamentolardan söz etmeden önce PKK’yı terör ve şiddete son vermeye çağırabilseydi…   

 

- Advertisment -