Yeni bir Nevruz geliyor.Öcalan tarafından yine bir açıklama yapılacak, bu açıklama ardından yeni yorumlar, başka açıklamalar gelecek, “Barış Süreci” de yine ve yeniden (tahminen eskisinden de sağlam) bir üst seviyeye çıkıp, orada sürmeye devam edecek.Tabii yine HDP cephesinden, önce çekingen bir coşkuyla selamlanacak bu seviye, birkaç gün sonrasında yapılacak, “diktatörlük”, “tekçilik (!)”, “AKP ayak sürüyor” ve benzeri söylemlerle aşındırılmaya çalışılacak..Artık bıktırıcı bir tekdüzeliğe varmış bu senaryo bildik klişelerle yeniden önümüze konacak.Peki bu niye böyle oluyor?Neden hükümet sözcüsü ve HDP’nin birlikte yaptıkları “PKK kongre toplasın, silahsızlanma çağrısı yapsın” (tarihi) açıklamasının ardından, HDP eşbaşkanı Demirtaş’ın “AKP’ye bu süreçte zerre güvenimiz yok” türünden çıkışlarına muhatap oluyoruz?Nasıl oluyor da sürecin başlangıcında direkt Öcalan’a göndermeli “Paris Cinayetleri”, PKK komutası tarafından bir iki laf cambazlığı ile süreçteki bir numaralı muhatapları MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sırtına yükleniveriyor?Kanımca bu ve sürecin başından bu yana tekrarlanıp duran benzer çıkışların ardında oldukça basit bir neden var.Bu neden; “PKK’nin Barış Süreci’nin tamamlanmasından duyduğu korku”.“Barış Süreci” diye isimlendirdiğimiz zaman aralığı, malum, çatışma ile kalıcı barışın tesis edildiği bir “ara dönem”e işaret ediyor.PKK için seçenekler toplamda üç:1) Savaşı sürdürmek.2) Barışın tesisine giden bu “ara dönem”i katkıyla hızlandırıp öz zaferi hâkim kılmak.3) “Ara dönem”i mümkün olduğunca uzatıp sündürerek zaman kazanmak.30 Eylül 2014 tarihinde burada, “Biten Çözüm Süreci mi?” başlığı taşıyan yazımı ( https://serbestiyet.com/biten-cozum-sureci-mi/ ) “hayır, Çözüm Süreci bitmiyor ama belki biten, PKK olabilir…” diyerek bitirmiştim.Yazıdaki temel iddialardan birisi, PKK’nin kır gerillası yöntemleriyle artık hiçbir başarı sağlamasının mümkün olmadığı ve şiddet yöntemlerinin serhildanlarla sınırlı olduğu üzerineydi..Gerçekten de, yazımın yayımı üzerinden bir hafta bile geçmeden HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın Kobani bahanesiyle yaptığı sokak gösterileri çağrısı bir serhildana dönüştü fakat sonuç tam bir felaket oldu.Öncelikle PKK tabanının keskin şiddet meraklısı kıyıcılaşmış gençleri dışında çağrı, halkta bir karşılık bulmadı ve sahaya eyleme çıkan unsurlar, gerçek halk kitlesinin denetleyici sağduyusundan azade bir başıbozuklukta, katliam, talan ve çirkin bir kaosun altına imza attılar, 50’den fazla insan öldü.Sınırsız sorumsuz tavır ve davranışlarıyla ülke siyasi tarihine “o eski kötü siyasetçi”lerin sonuncusu olarak geçeceği kuvvetle muhtemel Demirtaş’a ise, Öcalan’ın çağrısıyla zar zor durdurulabilen olayların sonunda, kameralar karşısında ter içinde kıvrılıp bükülen ve gerçeğin etrafından dolaşmaya çalışırken tam da içinde boğulduğu bir konuşmayla sıyrılmaya çalışmak kaldı.Yani devlet terörü karşısında direnmek gibi haklı sebeplere dayanmayan serhildanların da birer politik silah olarak kullanışlılığı ortadan, 6-8 Ekim olaylarıyla kalkmış oldu.Olaylar sonrasında bölgede HDP’ye verilen halk desteğindeki ciddi düşüş, bu olguyu bir kaçınılmaz gerçeklik olarak dayattı.Böylece birinci seçenek, yani savaşın sürdürülmesi uygulanabilir olmaktan tümüyle çıktı.Görülüyor ki, kalan iki seçenekten , “sürece hızlandırıcı katkı sunmak” ve aksine “süreci olabildiğince uzatmak” arasında, örgütün seçimi, beklenebilecek şekilde ikinci seçenekten yana.Bu seçimin gerekçeleri, yukarıda sözü edilen “ara dönem”i anlayıp açıklamakla anlaşılabilir.Baktığımızda görebileceklerimiz kabaca şunlar:PKK kurmayı, Kandil’deki statükosunu değiştirmeksizin sürdürüyor.Tesis edilmiş barışın sonrasında tahminen altüst olacak örgüt hiyerarşisi olduğu gibi duruyor.PKK gerillası Türkiye sınırları içinde ve dışında askerî varlığını eskisinden özgür ve TSK tehtidinden uzak, hiç yaşamadığı bir rahatlıkta devam ettiriyor.Bu silahlı varlığa bağlı vergi/haraç toplama, uyuşturucu ticaretinden nemalanma, sivil halk üzerinde baskı oluşturan mahkemeler ve yargılamalarda devamlılık, bir ölçüde turistikleşmiş, Kürt gençleri silah altına alıp eğitimden geçirme süreçleri, yaşanmaya devam ediyor.Tüm bunlar olurken PKK kadroları, bölgede sürüp giden çatışmaların hemen kenarında ama onlara bulaşmayarak, kitlesel katılımlar sonucu oluşabilecek kayıpları vermeyerek, yaşayıp gidiyorlar…Bu, yukarıda yazılanlar, pozisyonun askerî ve örgütsel boyutuna dair ki bir yandan da HDP’li belediyelerin hizmetteki başarısızlıklarını gizlemeye yarıyorlar.Bunun dışında PKK kurmayı, gelecekte mahkûm olacakları legal siyaset konusunda ümitvar görünmüyor, söylemleri, vizyonları, ifadeleri ortada.Ve tabii bir de işin, yaklaşan seçimler üzerinden yükselen/yükseltilmesi gereken politik gerilim boyutu var.HDP’nin seçim hedef tabanını kabaca ikiye ayırmak mümkün;1) Doğu’da AK Parti’yle paylaştığı Kürt seçmen.2) Batı’da CHP’den ç/almaya çalıştığı seküler/sol seçmen.Sözkonusu Güneydoğu/Doğu bölgesinin Kürt seçmeni iken, HDP’nin kendisini “Barış Süreci”nin asıl hamisi ve AK Parti’yi de süreçte ayak sürüyen, süreci isteksizce sürdürürken bir taraftan da Kürt halkı üzerindeki baskısına devam eden otokratik varlık olarak tanımlaması. (Doğrusu yanlışı bir yana) anlaşılabilir bir durum.Tahminen hiç kimse, HDP’nin çıkıp; “AK Parti geçmiş TC hükümetlerinden çok farklı bir iktidar rolü oynuyor, ülkeyi demokratikleştirirken bölgeyi ekonomik olarak güçlendiriyor, 80 yıllık faşist Cumhuriyetin izlerini siliyor, barış için güçlü çözüm iradesi gösteriyor, insanımızın hiç şahit olmadığı hizmetleri bölgeye taşıyor” demesini beklemiyor.Batı’da ise anti-AKP seçmenin Cemaatçe eline verilmiş 17-25 Aralık yolsuzluk oyuncağından başka geçerli, kullanılabilir hiçbir argüman yok.Ne ekonomi, ne demokratikleşme ve yasaklar, ne de sosyal devlet konusunda girilecek bir tartışmadan zaferle çıkabilmek, mümkün değil. O zaman da elde kalan, ne idüğü belirsiz, ne doğrulanabilir ve ne de yanlışlanabilir bir tek “hırsızlık” argümanı oluyor ki özellikle Demirtaş, söylem mönüsünün vazgeçilmez temcit pilavı olarak olarak sol-seküler seçmene, üzerine “tekçilik” gibi uydurma söylem soslarıyla süsleyerek bunu dayatıp duruyor.Zira söyleyebileceği başka hiçbir şey yok, ki olsa bile zaten alıcısı yok..Bütün bunlara bir de, bölgedeki kaosun çok oyunculu, uluslarası aktörlü etkenleri, özellikle PKK üzerindeki İran etkisini de ekleyerek incelemek doğru olacaktır ama bu bir başka ve zor, karışık bir alan.Sonuçta söylenmesi gereken; aslında PKK’nin de barışı istediği (ya da en azından kaçınılmazlığıyla yüzleştiği) ve gündelik çıkarların, reel politiğin baskısıyla oynadığı bütün bu acemice oyunlara rağmen şunu gayet iyi bildiği: Barış tohumları, bu topraklara bir daha sökülmemecesine ekildi ve çoktandır da ürünleri alınıyor, paylaşılıyor ve şarkılarla türkülerle hep beraber tüketiliyor.Yani, bakmayın siz Demirtaş’ın sekter gevezeliklerine, “Barışa Bak”maya devam…_____________________Fotoğraf: Özge Öztürk
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik