Türkiye sınırlarını da aşan ve evrensel olan ve ihtilalci Marksist-Leninist ve Kemalist geleneğin paylaştığı bir olay var: Net olmayan, çoğu zaman sadece satır aralarında mevcut fakat zaman zaman çok netleşen bir demokrasi ve halk korkusu.
Yani bu korku “kendi haline, kendi işleyişine bırakırsak, seçimler-parlamento vs. bu bizim başlattığımız-her kimse o biz!-devrimci atılımın bir yerden sonra durması, sönmesi, yavaşlaması ve hatta bir karşı devrimin meydana gelmesi demektir” korkusudur.
Yani ister Leninist versiyonuyla-burjuvazinin halkı aldatarak kapitalizmi restore etmesi tehlikesine karşı proletarya diktatörlüğü- ya da Kemalist versiyonuyla-gerici toprak ağaları ve işbirlikçi burjuvazi halkın batıl inançlarından yararlanarak parlamenter demokrasi yoluyla karşı devrim yaparlar- her iki karşı devrimi önlemek için veya karşı devrime karşı devrimi tekrar rayına oturtmak için bir darbe gerekebilir düşüncesinin/geleneğinin ardında bu şekilde derin bir korku ve endişe yatıyor.
Esasında bütün bunlar Türkiye’de gayet net olarak Doğan Avcıoğlu tarafından söylendi. Avcıoğlu’nun 1960’ların başından itibaren Yön ve daha sonra Devrim dergisi; 1968’de “Türkiye’nin Düzeni” kitabında yazdıklarına topluca baktığımızda orada “Kemalist devrim oldu arkasından 1946 ve 50’de parlamenter demokrasiye geçiş bir gericileşme ve karşı devrim anlamına geldi.
Ve 27 mayıs bu karşı devrimi kısmen durdurdu ama kalıcı olamadı. Keşke iktidarı teslim etmeseydiler, iktidarda kalsaydılar, fakat sonuç olarak gerisin geri iktidarı yerli emperyalist işbirlikçilere gericilere teslim ettiler, onun için şimdi 27 mayısın yeni bir edisyonuna ihtiyaç vardır.” analizinin Doğan Avcıoğlu tarafından nasıl savunulduğunu ve bunu savunurken Avcıoğlu’nun Suriye ve Irak’taki Baasçı darbelerden ya da Mısır’daki Nasırizm’den nasıl ilham aldığını ve bütün bunları nasıl teorize ettiğini son derece net olarak görmek mümkün.
Bütün bunları söylemekle kilit fikir olarak bir şekilde Kemalist devrimi tehlikeye sokan bir karşı devrimi önlemek veya durdurmak veya Kemalist Cumhuriyet devrimini/rejimini canlandırmak şeklinde gerekçelendirilmeye çalışılan bir militarist vesayet veya darbe taraftarlığının ya da darbeciliğin veya 27 mayıs darbesine hayırhah bakmanın bu düşünsel dayanaklarının çöktüğü kanısındayım.
Bugünkü tarihçiliğimizi ne ayırt ediyor diye sorduğumuzda, bu anlatmaya çalıştığım devrim ve karşı devrim tehlikesi, sürekli olarak tarihin tekerleğinin ileriye doğru sadece devrimlerin götüreceğine inanmak, 100 yıl geçtikten sonra bile hala devrimlerin sürekli karşı devrim potansiyeli olduğunu vehmetmek ve buna karşı anormal politika yöntemleriyle önlem alınabilineceğini düşünmek farkında olalım olmayalım 20-30 yıl boyunca bizlerin düşüncesini şekillendirmiş olan bu şekilde bir teorik aparat bütün diğer sonuçlarıyla –yani tarihin illa ve sadece devrimlerle değiştiği ve değişmesinin gerektiği, devrimlerin istisnai (accidental) olaylar değil, zorunlu, kaçınılmaz ve dolaysıyla evrensel olaylar olduğu ve tarihin belirli bir gelişme yönü olduğuna vs. dair bütün diğer büyük anlatıları-grand narrative- ve unsurlarıyla birlikte entelektüel avadanlığımızdan düşmüş bulunuyor.