Evlerini terk eden insanların fotoğraflarına bakıyorum. Yaya olarak yollara düşmüşlerdi…
Habere göre; dün Cizre'yi terk edenlerin yollarını kesenler, arabaların kontak anahtarlarını alarak yurttaşların şehri terk etmelerine engel olmak istemişler. Bunun üzerine halk arabaları yolda bırakıp, yola yaya devam etmiş.
Panik ve göç havası giderek bölgeye egemen olmaya başlıyor.
"Özyönetim" ilan edilen ilçelerin terk edildiği biliniyordu. Bu durum, giderek süreklilik kazanıyor. Çatışma ve yaşanan mağduriyet, kitlesel göçlere ve şehirlerin boşalmasına varacak gibi görünüyor.
KCK, gelişmeler üzerine bir bildiri yayınladı. Şehirlerin boşalmasını engellemeyi amaçlayan (ve Sur, Silopi, Yüksekova, Silvan halkına özellikle seslenilen) çağrı şöyle: “Yaşanılacaksa da mahallemizde, ilimizde ve ilçemizde yaşanılmalıdır. Evimizi ve barkımızı terk etmek, daha baştan ölümü kabullenmektir. (…) Bunun ilk sözü ve adımı da evimizi, sokağımızı, mahallemizi sevmekten ve bırakmamaktan geçmektedir.”
Bu göçü tepkiyle karşılayanlardan bir miletvekili, Twitter’da şöyle demiş: "Bırakıp gitmeyeceksin. Terk etmeyeceksin. Bir gün geri dönmek istersen yüz bulamayabilirsin." (Sonra, belli ki, bu yaklaşımın anlamsızlığını fark ederek, yazdığını sildi.)
Göç sürpriz mi oldu?
"Özyönetim" ilan edilirken, beklenen bu muydu? Şu bir gerçek: “Şehirlerin boşalması” demek, oradaki hendek eyleminin yalnızlaşması demek. Boşalan şehirlerde; "direniş" hem anlamsızlaşabiliyor, hem de seçimlerde desteği kazanılan kitlenin kaybedilmesini beraberinde getirebiliyor.
Devletin yaptığı
Dün yazdığım hendek yazısına yönelik eleştiriler, "devletin yaptığını görmüyorsun" noktasına odaklı.
Benim üzerinde kafa yorduğum nokta şuydu: Bir eylem yapıyorsun. Bu eylemin bir amacı, bir de hedefi olmalı.
Hendek ve barikat ne için yapılır? KCK açıklamalarına göre, verilen mesaj şu: "Buraya ben egemenim ve devleti buraya sokmayacağım!" “Özyönetim” ilanıyla, o bölgeyi, o mahalleyi, o ilçeyi bir anlamda "bağımsızlaştırıyor."