“Yerleşik düzen alt üst olurken, kudret sosyolojik-siyasal yapılar arasında el değiştirirken, güçlü bir ‘ötekileştirme’nin önüne geçilebilmesi mümkün değil,” diyor Gürbüz Özaltınlı, “Kutuplaşmadan şikayet edenlere öneriler” başlıklı yazısında (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/gurbuz-ozaltinli/kutuplasmadan-sikayet-edenlere-oneriler-679434 ).
Kuşkusuz doğru bir tespit.
Önerilerini de “Öncelikle, Türkiye yeniden kurulurken ‘karşı tarafı’ etkisizleştiremeyeceğinizi; onlarla barış içinde yaşamanın zorunlu olduğunu kabul etmekle başlayın işe. Aidiyet tarafınızda, kim sesiyle, kalemiyle karşı tarafı tasfiye hayallerine en sert yatırımları yapıyor; kim ılımlı ve kendi dünyasına da yönelebilen hakkaniyetli bir eleştirel dil kullanıyor… Buna bakın. O sesi dikkate alın. Ezilmesine izin vermeyin” diye sıralıyor.
Peki ama bu önerileri gerçekleştirmek ne kadar mümkün?
14 yılı bulan AK Parti iktidarında onca yıl geçti, ama “kutuplaşma”da herhangi bir azalma olmadığı gibi, aksine arttığı bile söylenebilir.
Öncelikle, Özaltınlı’nın tarifiyle “kendi dünyasına da yönelebilen hakkaniyetli bir eleştirel dil” kullanabilen var mı?
Özaltınlı bunu söylerken özellikle belirtiyor, “aidiyet tarafınızda” diye; ama biz önce karşı tarafa bir bakalım.
Muhalefet tarafında böyle bir ses duymanın yolu neredeyse yok.
Bu tarife uymaya yakın bir üslupla ortaya çıksanız bile, linç, ihraç, ambargo kaçınılmaz oluyor ve hemen mahalle dışına kovalanıyorsunuz.
Üstelik bu bir toplumsal sorun da değil; açıkça uygulanan bilinçli bir strateji.
Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu bir kadın bakana, Anadolu’da destek olmak anlamına gelen bir sözü cinsel tandanslar yükleyip gönderdiğinde, izleyicilerinden “alındı anlaşıldı” diye tanımlanabilecek arsız bir geri bildirim aldı.
Kendisinden özür beklenen bir aşamada ise imayı da geçti ve bu sefer açıkça “altına yatmak” deyişini kullandı.
Yetmedi; üzerine bir de bu tavır ve söyleminin sorgulandığı bir tv programında (CNNTürk, Ahmet Hakan, Tarafsız Bölge), bundan sonra muhalefeti daha da sertleştireceklerini söyleyip kirli üslubunun arkasının geleceğini ima etti.
Bu, neredeyse tüm muhalefet alanına yayılmış ve stratejileştirilmiş bir anlayışın ifadesinden başka bir şey değil.
Demokratik yollarla AK Parti’ye alternatif oluşturamayacak, hiçbir tartışmadan galip ayrılamayacak, analiz ve tahminleri, yargılamaları hep haksız ve yanlış çıkan, üstelik de buna alışanların elinde kalan tek umut, kaos.
Hatâlarla yüzleşmekten kaçınmanın ise tek bir yolu var; o da “onlar bizden daha kötü” anlayışına dönmek.
Dönülen yer, denize düşenin sarıldığı yılan; toplumun neredeyse tüm üstyapı kurumlarına kanser gibi yayılmış bir örgütün servis ettiği, ne idüğü belirsiz ses kayıtlarından mülhem bir “yolsuzluk” algısı.
Kimse ne bu örgütü, ne kayıtların güvenilirliğini, ne de yolsuzlukla suçlananların elde ettiklerini kullanırken görülmedikleri gerçeğini sorgulamak istemiyor.
“Hırsız”la anıp, yanına — Gezi olaylarında A. İ. Korkmaz hariç hayatını kaybedenlerin tümünün kalkışmanın kaosundan fırlamış kazaların kurbanları olduğunu unutarak — “katil”i ekliyorlar.
Bunlara son günlerde bir de Ensar Vakfı olayı üzerinden “tecavüzcü” eklendi ve tamlama tamamlandı; “hırsız, katil, tecavüzcü…”
Yenilgiler, hatâlar, pişmanlıklar ama en çok da göze batan gerçekler, böylece yaratılan bu karanlık algı sisinin ardına atılıyor, unutuluyor ve yine başa dönülüyor.
Elbette karşı kutuptan yükselen en ufak hakkaniyetli duruşa sahip çıkılmalı — ama bulunabilecek mi?
Özellikle beslenip büyütülen bu gerilim siyaseti, diğer kutupta, AK Parti cephesinde de çeşitli sakatlıklara yol açıyor ve işte orada, Özaltınlı’nın “sesiyle, kalemiyle karşı tarafı tasfiye hayallerine en sert yatırımları yapanlar”ı yer alıyor.
Biz de bu ortamda gerilimi azaltmanın, asgari toplumsal müştereklerde buluşmanın yollarını arıyor ve tabii bulamıyoruz.
Böyle giderse yakın vadede bulunabilecek gibi olmadığı da kesin.
Peki öyleyse ne yapmalı?
Öncelikle (1) sabır gerekiyor, çünkü muhalefet geneline yayılmış bu stratejinin uygulayıcıları sürekli kan kaybetmekteler.
Sürdürülebilirliği olmasa da fazlasıyla uzun zamandır muhatap olunan ve çoktan bıktıran bu “siyasetsizlik siyaseti” karşısında toplum, ağır ama düzenli bir biçimde öte tarafa akıyor.
Muhalif örgütlenmelerde, bunun bir yerde durdurulması gerektiğini anlayanlar giderek çoğalsalar da şimdilik sessizler ama kararlı biçimde alternatif aradıklarını düşünmek için sebepler var.
Elbet bir kırılma noktası gelecek ve bloklar tekrar kurulmak üzere dağılacak; buna kuşku yok.
Sonrasında (2) bu gerilim yaratan, yıkıcı stratejinin uygulayıcılarıyla onların seçtiği, kavgaya çağırdığı alanlarda savaşmamak gerekiyor.
Kullanılan üsluba katılmamak, istenilen seviyeye inmemek ve hattâ çoğu zaman yok sayıp duymazdan gelerek kendi kendilerine sönümlenmelerini beklemek de yapılabileceklerden.
Sizinle konuşmak istemeyenle konuşmanızın bir yolu yok.
Karşı taraftan konuşabileceklerinizi hedef alıp saldırıyorlar ve onları koruyamıyorsunuz.
Yapabileceğiniz tek şey, gerilim siyaseti sürdürücülerince iradesi esir alınanları kurtarmak, onları özgürleştirmek ve bu cendereyi kırmak.
Giderek (3) bunun için önce AK Parti’nin, muhalefetçe dayatılan gerilim siyasetini benimseyen ve giderek onu sömürmeyi öğrenen kendi taraftarlarını dönüştürmesi gerekiyor.
Ancak ondan sonra, (her ne kadar “hem vurup hem ağlama” taktiğini kullanıp “kutuplaşmayı artıran sizsiniz” deseler de) muhalefetin bu stratejisinin teşhiriyle başlayan bir önlemler silsilesi çalıştırılabilir.
Son olarak (4) bilinçli stratejilerini değiştiremeyeceğiniz muhalefetin çaresiz çatı örgütlerine değil, onların tabanına, özellikle de gençleri hedefleyen projelerle yönelmek gerekiyor. En çok bunun için yollar, yöntemler düşünülmesi ve planlanması gerekiyor.
Ve Özaltınlı haklı; “Bu konu çok daha geniş tartışılmayı hak ediyor…”