Ana SayfaYazarlarMerkel ve realpolitik

Merkel ve realpolitik

Avrupa medyası, Almanya Şansölyeri (chancelière) Angela Merkel’in hafta sonu Türkiye’ye yaptığı ziyareti ve özellikle aleyhinde kampanya yürütmekte olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelmesini genel olarak “realpolitik” kavramıyla aktarıyor. Almanca kökenli bu kavram “güçler ve ulusal çıkarlar dengesini dikkate alan dış politika” olarak tanımlanıyor. Kavramı ilk kullanan ve uygulayan (1866) ise Alman birliğinin mimarı Otto von Bismarck.

 

Altını çizmek gerekir ki “realpolitik”, bugün başka dillerde, Almanca orijinalinden biraz farklı olarak iki anlamda kullanılabiliyor: olumlu anlamda, “idealleri bir yana bırakan gerçekçi politika”, olumsuz anlamdaysa “sorunları kısa vadede çözmeye yönelik vizyonu olmayan siyaset”. CDU (Hristiyan Demokrat Birlik) kökenli, Avrupa Parlamentosu’nun PPE Grubu üyesi Elmar Brok’un “ Merkel’in Erdoğan’la müzakereden başka seçeneği yoktu. (…) Tam seçimler öncesi pek uygun bir zaman olmasa bile” sözleri olumlu anlamda “realpolitik” olarak değerlendirilebilir. Ama radikal Sol Die Linke’nin Eş başkanı Sarah Wagenknecht’ın “ Merkel’in despot Erdoğan ile birlikteliği ahlaki iflasın nişanesidir” sözleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil elbette.

 

Aslında Die Linke, Büyük Koalisyon ’un iktidar olduğu Almanya’da haliyle daha küçük kalan muhalefetin diğer kalburüstü temsilcisi Yeşiller (Die Grünen) ile birlikte Merkel’in Türkiye ziyaretinin iptalini talep etmişti. Gerekçelerinin başında da, bu ziyaretin 1 Kasım seçimleri öncesi AK Parti’ye destek olarak algılanabilecek olmasıydı. Ziyaret ertesinde de Merkel’in İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile görüşmüş ama muhalefeti ziyaret etmemiş olması eleştirilerin odağını oluşturdu. 

 

Kabul etmek gerekir ki Angela Merkel’in İstanbul’a yaptığı çalışma ziyareti, AK Parti’ye doğrudan destek niteliği taşımadı ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın direksiyonunda olduğu Türkiye hakkında medyada yapılan kara propagandanın çok da doğru olmadığını ortaya koydu. Türkiye’nin 3 milyar avro karşılığında AB içinde istenmeyen Suriyeli mültecilerin bekçiliğini yapması ziyaret gündeminin tek konusu değildi. Merkel’in Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdığı öne sürülen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile görüşmesinde Ankara ile AB müktesebatını üstlenmesi bağlamında birçok müzakere faslının açılması, Türk vatandaşlarının AB’ye vizesiz seyahatleri gibi Avrupa kamuoyunda son dönemde unutulmaya yüz tutan konular da gündeme geldi.

 

AK Parti üzerinden Türkiye karşıtlığında ölçüyü kaçıran gazetelerden biri olan Le Monde’un konuyla ilgili olarak yayımladığı haber analizde, AB’ye göçmen akımının durdurulmasına yönelik realpolitiğin Brüksel’de de rahatsızlığa yol açtığı belirtiliyor. Ardından Yunanistan ve Kıbrıs başta olmak üzere üyelerin “Bay Erdoğan’ın 28’lerin zayıflığından yararlanarak ayrıcalıklı ortak statüsü elde etmesi ve tam da istediği ödünlerden yararlanmasından çok korktukları” vurgulanıyor. Örnek olarak bu üyelerin daha şimdiden Türkiye’ye verileceği belli olan 3 milyar avro için ellerini ceplerine atmak zorunda kalacaklarına işaret ediliyor.

 

Haber analizde devamla, Bayan Merkel’in Türkiye ile ilgili bu girişimin zorluklarını bildiği ama halkının yüzde 56’sının Almanya’nın yeni mültecileri kabul etmekten yana olmadığı dikkate alındığında, sayıları 2,3 milyonu bulan Türkiye’deki Suriyelilerin orada kalmasının 2017 seçimleri bakımından önemini de teslim ettiği vurgulanıyor. Sonuç olarak Merkel, hem Almanya’nın, hem de partisinin çıkarını bir an önce Türkiye ile anlaşmaya varmakta görüyor.

 

Merkel’in ziyaretinin Türkiye ya da AKP’ye yararı

 

Merkel’in İstanbul’u ziyaretinin Türkiye ve iktidar partisi açısından yararı ise, belirttiğim gibi, Avrupa medyasında yapılan kara propagandanın çok da doğru olmadığı görüntüsü vermesi. Bu bağlamda, söz Le Monde’dan açılmışken, Fransız gazetesinde Merkel’in ziyaretinden bir gün önce, Marie Jégo imzasıyla yayımlanan “Suriye krizi: Erdoğan’ın kaybolan iddiaları” (Crise syrienne: les paris perdus d’Erdogan) başlıklı haber analiz örnek gösterilebilir.

 

Bayan Jégo o yazısına, “Suriye krizinin başından beri Türkiye’nin güçlü adamı, Recep Tayyip Erdoğan, Beşar Esat’ın utanılacak rejiminin düşeceği taahhüdünü yinelemekten geri durmadı. Dış politika projesi 2011’de gerçekleşmek üzereydi. Ülkesinin tarihi topraklarına geri dönme ihtirasını gerçekleştirmeye az kalmıştı” gibi cümlelerle başlıyor. Bayan Jégo bu geri dönmeyi de şöyle açıklıyor: “iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin muhafazakâr İslamcıları için Yakın Doğu ve Balkanlar, Osmanlı geçmişi ve Sünni İslam gibi ortak kültürel kökler itibariyle Türklerin etki alanı olmalı.”

 

Bu cümlelerde şaşırtıcı birçok husus var. Bir kere, İspanya Latin Amerika, Portekiz Brezilya ile benzer bağları nedeniyle nasıl karşılıklı etkileşim içindeyse Türkiye için de bu son derece doğal. İkincisi bu politikayı AK Parti’ye mal etmesi ki bu doğru değil. Üçüncüsü, Arap Baharı ile “Türkiye, Tunus, Mısır ve Suriye’nin tümünün birden Müslüman Kardeşler hükümetleri tarafından yönetileceği” iddiası ki “AK Parti=İhvan” gibi bir safsataya dayanıyor.

 

Jégo’nun bir iddiası daha var ki Merkel ziyaretiyle AB’ye üyelik müzakerelerinin gündeme gelmesinin yazılarını okuyanların kafalarını karıştıracağına kuşku yok. Yazdığına göre, AK Parti’nin bu diplomatik projesi yeni bir “ulusal tarih” yazılmasıyla birlikte ele alınıyormuş. Bu yeni tarihe göre, Türkiye Batı’nın doğal müttefiki değil, Sünni Dünyası için bir modelmiş. Türkiye’nin Batı’nın doğal müttefiki olmadığını ilkokulda tarih dersi okumuş bugün hayatta olan herkes bilir ama şaşırtıcı olan Sünnilere modellik hususu. Bunu da yazının devamından öğreniyoruz. 

 

Jégo modellik konusunu EDAM Direktörü Sinan Ülgen’e atfen şöyle aktarıyor: “ Fikir şuymuş: Atatürk’ün ülkeyi Batı’ya demir attırması kötüymüş. Bir kere, Batı Türkiye’yi hiçbir zaman arasına almazmış. İkincisi de bu yanlış seçim Türkiye’yi komşularından, İslam mirasından koparmış ve bölgede olabilecek ağırlığını azaltmış. Misyonu İslam realitesini taşımakmış, ama Atatürk istikamet değiştirmeye zorlamışmış. “

 

Merkel’in İstanbul ziyaretinin öncelikle Türkiye’nin gündemini, AK Parti iktidarına yönelik doğrularla yanlışların iç içe geçtiği bu ve benzeri yakıştırmalardan uzaklaştırarak gerçeklerle buluşturduğunu söylemekte yarar var. O gerçekler ise, Merkel’in Türkiye’nin tam üyeliğinden yana olmaması ama realpolitiğin gereği olarak geldiği İstanbul’da AB üyelik sürecimize bugüne kadar en büyük katkıyı vermiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile görüştüğü. Ve de bu görüşmelerden, her ne kadar ucu açık da olsa AB’ye üyelik sürecinin daha ileri götürülmesi yolunda bazı somut kararlar alınmış olması.    

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik