Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, seçimlerin en dikkat çeken aktörlerinden biri. Söz konusu ilginin oy desteğine dönüşüp dönüşmeyeceği 24 Haziran akşamı belli olacak. Ama Karamollaoğlu dingin dili ve yerinde çıkışlarıyla kamuoyunun dönüp kendisine ve partisine bakmasını sağladı. Böylece bir kenara itilmiş ve unutulmuş gözüken Milli Görüş çizgisini yeniden siyasetin ilgi alanına taşımayı başardı.
SP’de bir hareketlenme başladığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan SP’yi “Cumhur İttifakı”nın içine almayı çok istedi. Bunun için Karamollaoğlu ile hem kendisi görüştü hem de kurmaylarını ona gönderdi. Erdoğan’ın planı basitti: Toplumdaki büyük kimlik kırılmalarına oynayacak ve seçimleri “milli, yerli ve dindar” cephe ile “gayri-milli, yabancı ve seküler” cephe arasındaki bir mücadele olarak sunacaktı. SP’nin burada bulunması da “milli”, “yerli” ve “dini” söylemin inşasını rahatlatacaktı. Zira SP her şeyden evvel iktidardaki AK Parti’nin “Baba Ocağı” idi; oyları düşük olabilirdi ama SP’nin sembolik bakımdan taşıdığı önem tartışılmazdı.
“Deli olmak gerek”
Ancak Karamollaoğlu, Erdoğan’ın bu davetine iltifat etmedi. Aksine, “Cumhur İttifakı’na katılmamız için deli olmamız lazım” diyerek bu projeye ne kadar çok karşı olduğunu cümle âleme gösterdi. Karamollaoğlu’nun hedefi, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin geniş bir uzlaşma içinde birlikte hareket etmesini sağlamaktı. CHP ile beraber SP, Gül’ü Erdoğan’a karşı muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı yapmak için yoğun bir çaba sarf etti. Bu yolda belli bir mesafe de aldı.
Ne var ki İYİ Parti’nin çomağıyla bu süreç akamete uğradı. Muhalefet, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uzlaşamadı ve sadece Meclis seçimleri için bir ittifak oluşturabildi. SP de bu ittifaka girdi.
SP’nin CHP’nin lokomotifliğini üstlendiği bir ittifakın içinde yer alması, Erdoğan’ın “millilik, yerlilik ve dindarlık” eksenine oturttuğu propagandasını zaafa uğrattı. CHP’yi bu kavramlar üzerinden sıkıştırmak kolaydı. Ama SP’yi millilik, yerlilik ve dindarlık üzerinden sorgulamak iktidar için bile güç bir işti. Çünkü iktidarın kendisi o geleneğin içinden gelmişti. Dolayısıyla SP’nin AK Parti karşıtı bir blokun paydaşı olması, AK Parti’nin kimliksel fay hatları üzerinden seçmeni tahkim etme stratejisini yürütmesini zorlaştırdı.
“Devri sabık”
SP’nin yöneldiği iki kaynak var: İlki, AK Parti’ye küsen veya küstüğü farz edilenlerdir. SP, AK Parti’nin — bilhassa son üç yıldır — ekonomiyi tahrip ettiğini, toplumu kutuplaştırdığını, mağduriyetlere yol açtığını ve özgürlükleri ortadan kaldırdığını belirtiyor. SP’ye göre, AK Parti’nin takip ettiği bu yol, geçmiş dönemlerde bu partiye destek verenlerin bir kısmında derin bir memnuniyetsizliğe yol açmış durumda. O nedenle SP, AK Parti’den rahatsız olduğunu varsaydığı kitlenin gideceği bir adres olarak kodluyor kendini.
SP söylemini de buna uygun olarak kuruyor. Rant ekonomisi yerine üretken bir ekonomiyi, kutuplaşma yerine uzlaşmayı, yasaklar yerine özgürlükleri vurguluyor. Erdoğan’da somutlaşan “kuvvetler birliği” ve “tek adam yönetimi” anlayışına karşı çoğulcu ve dengeli bir yönetimi, kuvvetler ayrılığını, demokratik hak ve özgürlükleri, adalet ve eşitlik taleplerini savunuyor. Bütün bunları söylerken de rövanşist bir hisle davranmayacakları ve bir “devri sabık” yaratmayacakları konusunda AK Parti seçmenlerine teminat veriyor.
Demokratik söylem alanının boşaltması
SP’nin odaklandığı ikinci kaynak ise, dindar-muhafazakâr Kürtler. AK Parti’nin ağzından bir süredir “operasyonlar”, “öldürülen terörist sayısı”, “son terörist imha edilinceye kadar” dışında bir söz işitilmiyor. İktidar tamamen güvenlikçi bir dile yaslanması nedeniyle demokratik söylem alanını boşalmış vaziyette. Siyaset boşluk kaldırmaz; SP de AK Parti’nin boşalttığı bu alanı doldurma gayretinde.
SP’nin meseleye dair okuması şöyle özetlenebilir: “AK Parti’ye kızan hatırı sayılır bir Kürt seçmen var. Lakin bunların AK Parti’ye kızgın olması, gidip HDP’ye oy verecekleri anlamına gelmez. Çünkü onlar HDP’den de razı değiller ve onların eli HDP’ye oy vermeye de gitmez. O halde bu duygudaki seçmenlerin kanalize olabileceği bir alternatif oluşturmak gerekir.”
Bu alternatif oluşturma düşüncesinin izlerini SP’nin hem vitrininde hem de söyleminde görmek mümkün. Partinin vitrininde eski HDP Milletvekili Altan Tan, eski Mazlum-Der Genel Başkanı ve AK Parti Milletvekili Ahmet Faruk Ünsal, eski Cizre Belediye Başkanı ve RP Milletvekili Seyyit Haşim Haşimi gibi tanınmış isimler var. Bu isimlerden, SP’nin Kürt politikasının taşıyıcı aktörleri olmaları bekleniyor.
Kimliğin inkârı ve asimilasyon
Söylem için ise SP’nin geçen hafta Diyarbakır’da açıkladığı on sayfalık “Hak ve Adalet Ekseninde Kürt Meselesi” başlıklı rapora bakmak gerekiyor. Erdoğan’ın “Kürt meselesi yoktur” dediği bir ortamda SP “Kürt Meselesi” diyerek yaraya doğrudan parmak basıyor. Rapor, meseleyi tarihsel bir bağlamda ele alıyor ve iki nedene dayandırıyor:
Kürtlerin kimliklerinin inkâr edilmesinin ve “adeta” bir asimilasyona tabi tutulmalarının “etnik”; bölgenin geri bıraktırılmasının ise “ekonomik” problemlere yol açtığını belirtiyor. Kürtlerin bu süreçte maddi/manevi çok ciddi mağduriyetler yaşadıklarını ifade ediyor.
SP, çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenleri olarak;
- plansızlığını,
- yol haritasından yoksunluğunu,
- temel insani hakların pazarlık konusu yapılmasını,
- muhatap yelpazesinin genişletilememesini,
- mevcut muhatapların tutarsızlıklarını,
- sürecin iyi yönetilememesini,
- güvenlik zafiyetlerini,
- Suriye politikasındaki öngörüsüzlüğü ve stratejik yanlışları… sıralıyor.
Çözüme dair önerilerini ise üç başlık altında topluyor SP:
- Temel insan hakları ve adalet;
- Ekonomi ve kalkınma;
- İç barış ve güvenlik.
SP’nin öneri paketi içinde en dikkat çeken nokta, anadilde eğitimin bir hak olarak tanınması ve bunun anayasal güvence altına alınacağına dair taahhüttü. Şiddetsiz olmak koşuluyla her fikrin özgürce örgütlenebilmesi, OHAL’in kaldırılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kayyum yöntemine son verilmesi, temsilde adalet için barajın kaldırılması ve halkın oyları ile seçilmiş siyasiler hakkındaki iddiaların hukuk devleti çerçevesinde soruşturulması gereği, altı çizilecek diğer önerilerdi.
Yüksek beklenti, düşük heyecan
Karamollaoğlu, Diyarbakır’da önce STK temsilcileriyle, ardından partilileri ile bir araya geldi. Her iki toplantıda da kendisine birçok soru yöneltildi. Özellikle not ettiğim iki cevabı oldu: Biri “Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir bölge anlamında Kürdistan kelimesinin kullanılmasına şahsen bir çekincesinin olmadığını” belirtmesiydi. Diğeri ise “Şeyh Sait’in itibarının iade edilmesinin mütalaa edilebileceğini” söylemesiydi.
İşin doğrusu, rapor bir heyecan dalgası yaratmadı. Çünkü Diyarbakır’ın beklentisi yüksekti. Türkiye’nin batısına da seslendiğinin bilincinde olduğundan son derece dengeli bir dille kaleme alınmış rapor ise bu beklentileri karşılamaktan uzaktı.
Buna karşın, rapor olumlu bir adım olarak değerlendirilmeli. Çünkü Türkiye üç yıldır kanlı bir dönemden geçiyor. Kürt meselesinin telâffuz edilmediği, “demokratik haklar” ve “siyasi çözüm” gibi ifadelerin vebalı muamelesine tabi tutulduğu bu dönemde, SP’nin bir rapor hazırlaması önemlidir. Öneriler yetersiz bulunabilir ve eleştirilebilir. Ama raporun kendisi kamusal tartışma için bir vesile oluşturması hasebiyle başlı başına değerlidir.
——————————
(*) Bu yazının orijinali 13.06.2018’de Kürdistan 24’te yayınlandı. Bkz http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/5124d626-5f90-4775-a895-6826faa84085