Gençlerin tabiriyle artık her şeyin “loop’a bağladığı” Türkiye gündeminden haklı olarak sıkılmış olanlarla birlikte gelin legal yollardan sınırın dışına çıkalım.
Ama çok uzaklara da gitmeyelim. “Gönül coğrafyamızın” açık ara en sevilen ülkesi olan Bosna Hersek’in dertlerine bakalım.
Bosna Hersek’te bir süredir işler iyi gitmiyor.
Bu ülkeyi çok iyi bilen ve yakından takip eden Hakan Albayrak’ın Karar’daki yazılarından zaten bu meseleleri okumuş olabilirsiniz.
Bilmeyenler için “Bosna Hersek, savaştan bu yana en büyük krizinin içinden geçiyor” diye durum özetlenebilir.
Saraybosna’nın en meşhur oteli Europe Hotel’in lobisinde Boşnakların Türk, Türk turistlerin Boşnak kahvesi diyerek sipariş ettiği kahvelerimizi içerken konuştuğumuz klarnet sanatçısı, orkestra şefi ve besteci Prof. Dr. Emir Nuhanovic’e göre durum Bosna Savaşı’ndan daha tehlikeli. Çünkü bugün kimse gelmekte olan krizin farkında değil.
Türkiye’de benzeri bozulmadan kalmamış geleneksel bir Osmanlı şehri olan Saraybosna Başçarşı’da zaman modernlik öncesi dinginliğinde akmaya devam ediyor.
Krizin merkezinde 1995 yılının sonunda Londra’da imzalanan ve 20. yüzyılın Avrupa’daki son büyük savaşı olan dört yıllık Bosna İç Savaşı’nı bitiren Dayton Barış Anlaşması’nın artık çalışmaması var.
Anlaşmayla yüzde 55’i Boşnak, yüzde 30’ı Sırp ve yüzde 15’i Hırvat olan Bosna Hersek Cumhuriyeti, Boşnak ve Hırvatlardan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska-RS) olmak üzere iki devletçikli bir devlet olarak yeniden kurulmuş, ülkenin yönetimi de Boşnak, Sırp ve Hırvat üç konsey üyesinin 8 aylık periyodlarla başkanlığını yaptığı üçlü bir konseye bırakılmıştı.
Savaşı bitirmekte işe yarayan bu formül, barış içinde birlikte yaşarken ise artık işe yaramıyor
Her şeyin üçlü bir karar mekanizmasına bağlandığı ülkede karar alınamıyor. Bürokrasi ve siyasi çekişmeler ülkenin kalkınmasını engelliyor.
Bu yönetim krizinin sembollerinden biri şehri tepeden gören, Saraybosna’nın en görkemli binalarından Jayce Kışlası’nın metruk hali.
Kışlanın hikayesi de metrukluğu kadar ibretlik.
1914 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından Osmanlılardan kalma Beyaz Tabya’nın (Bijela Tabija) tam karşısına rövanş alıyormuş gibi inşa edilmiş kışla.
Rövanş gibi çünkü anısına kışlanın “E” harfinde yapıldığı Prens Eugene, Viyana Kuşatması’nda Osmanlı’ya karşı şehri korumuş, Osmanlı gerilemesinin başlangıcı kabul edilen 1699 Karlofça ve 1717 Pasarofça Anlaşmalarının imzalanmasına neden olan iki savaşta Osmanlı ordusunu yenilgiye uğratmış Fransız asıllı Avusturya-Macaristan generali.
Ama ortasına elinde kılıç olan Prens’in heykeli dikilen kışla daha kullanılamadan Saraybosna’da dünya tarihini değiştiren meşhur olay yaşanmış.
1914’de kışlanın bir kaç kilometre aşağısında yer alan Latin Köprüsü’nden arabasıyla geçen Avusturya Prensi Arşidük Ferdinand, Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmüş ve bu Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç vuruşu olmuştu.
Avusturya-Macaristan imparatorluğundan bağımsızlık için mücadele eden Kara El adlı örgütün mensubu olan Princip’ten önce bir bombalama girişiminden kurtulan Arşidük, köprüden de zaten eşiyle birlikte hastanedeki yaralıları ziyaret etmek için geçmekteydi.
O güzergâh boyunca onu öldürmek için bekleyen beş suikastçıdan biri ise örgütün Boşnak militanı Muhammed Mehmedbasic’ti.
Belki o suikast için uygun anı o yakalasaydı, Birinci Dünya Savaşı’nı Muhammed adlı bir Boşnak başlatmış olacaktı.
Saraybosna’daki hediyelik eşya dükkanlarında üzerinde Princip’in fotoğrafları olan magnetler satılıyor. Ama bu bir trollük değil. Çünkü Princip, ülkenin bağımsızlığı için eline silah almış bir kahraman.
Hediyelik eşya dükkanlarındaki magnetlerin, tshirtlerin üstündeki en popüler isim ise hala Princip’in Yugoslavya hayalini yıllar sonra bir bağlantısız bir sosyalist tecrübe olarak gerçekleştiren Tito.
Ama artık bu ortak geçmiş dinleri dışında dış görünüşleri, dilleri birbirine benzeyen bu milletleri bir arada tutamıyor.
Şehrin her tarafı ve herkesin zihni, 1991-1995 arasında bir sabah kalkıp komşunun komşusuna ateş açtığı Bosna Savaşı’nın acı hatıraları ve izleriyle dolu.
Bu iç savaş sırasında ağır hasar almış Jayce Kışlası’nın (kışlaya daha sonra Bosna Savaşı’nın askeri kahramanlarından Safet Hadzic’in adı verilmiş) ne olacağına da bu acı hatıralar yüzünden birbirine güvenmeyen üçlü konsey bir türlü karar veremiyor.
Suudi bir prensin milyon dolarlık bir lüks otel yapma projesi de bu anlaşmazlığa kurban gitmiş.
Sadece o görkemli binanın şehrin orta yerindeki metrukluğu bile bu sistemin çalışmadığının bir sembolü.
Genelde tam tersi zannediliyor ama Bosna’da sohbet ettiğimiz pek çok insana göre son dönemdeki milliyetçilikleri ve ayrılıkçılıkları körükleyen de bu işlemeyen Dayton sistemi.
Ayrılıkçılıkların başını Bosna Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti’nin başındaki Milorad Dodik çekiyor.
Dodik aslında 1996’da Bosna Savaşı’ndan sonra kurulmuş bir sosyal demokrat partinin lideri. Bosna Savaşı’nın solcu şair kasabı Radovan Karadziç’in partisinden değil, hatta Karadziç’in partisi Dodik’in bu savaş tehditlerini eleştiriyor.
Fakat Bosna’yı iyi bilen uzmanlara göre Sırp Cumhuriyeti’ni Bosna’dan koparıp Sırbistan’la birleştirmek için sürekli gerginlik çıkaran Dodik’in savaş çıkaracak ne gücü ne de niyeti var.
En başta Dodik’i kollarını açmış bekleyen bir Sırbistan devleti de yok. Çünkü Sırbistan’ın başında 90’larda siyasete Büyük Sırbistan hayalini savunan radikal milliyetçi bir partide başlayıp, şimdi süper pragmatik bir lidere dönmüş Vucic var ve Vucic’in en son isteyeceği şey Bosnalı Sırplar için savaşa girmek.
Sık sık Ankara’ya gelen Vucic’in ve şaşırtıcı biçimde Dodik’in bölgede en iyi ilişkilerinin olduğu lider ise Cumhurbaşkanı Erdoğan.
O kadar ki Bosna’daki BM Yüksek Temsilciliği’nin Srebrenica’yı bir soykırım suçu olarak kabul etme baskısı yüzünden üçlü konseyin uluslararası temaslarını boykot kararı alan Dodik, bu boykotunu geçen yaz Erdoğan’ın Bosna ziyareti için bozmuştu.
Dodik, “Erdoğan ile görüşmenin kaçırılmayacak kadar önemli olduğunu” savunup “Bosna cumhurbaşkanlığının Hırvat ve Boşnak üyelerine tek başlarına görüşlerini büyük bir devletin büyük liderine sunma fırsatı vermek istemedim” demişti.
Hatta Bosnalı bir gazeteci Dodik’in özel görüşmede Erdoğan’a “Bazı milliyetçi açıklamalarımı siz dikkate almayın, onlar iç siyaset için” dediğini bile aktardı.
Siyasetçiler sadece birbirine benzemiyor, birbirinin dilinden ve derdinden de iyi anlıyor.
Saraybosna’da konuştuğumuz Aliya’nın partisi SDA’ya yakın bazı kişiler Türkiye’nin Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti ile olan bu yakın ilişkilerini anlamlandırmakta zorlandıklarını söylediler. “Türkiye nasıl olur da Bosna’dan daha fazla yatırımı Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti’ne yapar” diye şikayet ettiler.
Ama aslında anlaşılmayacak bir şey yok.
Vucic ve Dodik güçlü figürler ve pragmatik liderler. Onlarla iş yapmak çok kolay. İstediklerini anında yerine getiriyorlar.
Bosna Hersek’le ise iş yapmak hiç kolay değil. Çünkü her karar üçlü bir mekanizma tarafından alınıyor. Bürokrasi çok güçlü.
Bu yüzden Türkiye’nin desteğiyle meşhur inşaat şirketlerinden Taşyapı tarafından inşa edilen “Barış Yolu Projesi” adlı Belgrad-Saraybosna otoyolunun inşaatı Belgrad’da başlamış ama Saraybosna ayağında inşaat başlayamamış.
Ama Bosna Hersek’teki kötü yönetimi sadece Dayton sistemi ve milliyetçi Dodik’in oyunbozanlıklarıyla açıklamak zor görünüyor.
Türkiye’de üzerinde az konuşulan bir faktör daha var: Boşnak siyasetinin zaafları…
Boşnaklar hala Aliya’nın partisi SDA’ya (Demokratik Eylem Partis) oy veriyor.
Partinin lideri Aliya’nın oğlu Bakir İzzetbegoviç.
Uzun süre üçlü konseyde Boşnakları temsil eden ve sekiz aylık periyodlarla Bosna Hersek Cumhurbaşkanı olan İzzetbegoviç, bu görevini yardımcısı Sefik Dzaferovic’e bırakmıştı ama hala Boşnak siyasetinin başında o var.
Bu gücünü, Boşnakların hala her karar öncesi dönüp baktığı Türkiye’nin Bosna’nın içinde ne olup bittiğinden etkilenmeden Bakir İzzetbegoviç’e verdiği kayıtsız şartsız desteğe borçlu.
Bu desteğin esas motivasyonu da tabii ki Aliya’nın oğlu olması.
Ama Bakir İzzetbegoviç bir Aliya İzzetbegoviç değil.
Bosna’da SDA çizgisine yakın İslamcı çizgideki kanaat önderlerinin anlattıklarına bakılırsa, kendisine hediye edilen evleri arabaları geri çeviren, fotoğraflarının parti toplantılarına asılmasına kızan, hakkında şarkı yapılmasına bile bozulan baba İzzetbegoviç’in hasletlerinden oğul İzzetbegoviç pek nasibini almamış.
Bu yaz Saraybosna’nda kızına yaptığı görkemli düğün bu kanaatin pekişmesine neden olmuş.
Düğüne Cumhurbaşkanı Erdoğan da eşi, çocukları ve bir uçak dolusu kişiyle katılmıştı.
Boşnak medyasında “ikinci büyükbaba” olarak bahsedilen Erdoğan, hem şer’i hem medeni nikahta şahitlik yapmış, Gazi Hüsrev Bey Camii’nde kıyılan dini nikah sırasında Kuran da okumuştu.
Erdoğan ile birlikte camideki şer’i nikahın bir diğer şahidi Bosna Hersek’in Reis-ül Uleması Hüseyin Kavazoviç’ti.
Dini nikahtan sonra geçilen düğünün esas yapıldığı Saraybosna’nın meşhur oteli Hotel Europe’un bahçesinde kurulan çadırdaki medeni nikahta da Cumhurbaşkanı Erdoğan şahitlerden biriydi.
Fazla tanınmayan diğer şahit hakkında ise Bosna’daki gazetelerde epey yayın yapılmış.
Ömer Musabegović, Bakir ve doktor eşi Sabiha İzzetbegoviç’in çok uzun yıllardır tanıdıkları Belgrad’da yaşayan bir işadamı arkadaşlarıymış. Ama Musabegović’i medya için esas ilginç yapan şu anda Balkanların en büyük inşaat projelerinden biri olan Türkiye destekli Belgrad-Saraybosna Otobanı’nı yapan Taşyapı İnşaat’ın Belgrad’daki temsilcisi olması.
İzzetbegoviç’in kızının düğününde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte böyle bir işadamını nikah şahidi yapması yolsuzluk dedikodularına neden olmuş.
Musabegović’in daha önce Belgrad’daki bir inşaat projesinin izinleri için kamu görevlilerine rüşvet vermekten gözaltına alındığı ortaya çıkmış.
Hotel Europe’daki düğünün esas düğün kısmı Erdoğan ve ailesi ayrıldıktan sonra başlamış.
Saraybosna’da gazeteciler, Erdoğanlar ayrıldıktan sonra başlayan danslı içkili o düğünün internetteki görüntülerini gösterip gülümsüyorlar.
Bir milyon Bosna Markı yani yaklaşık 500 bin Euro’nun harcandığı iddia edilen düğünden geriye kalan dedikodular ise sadece bu görüntüler ve gelinin Fransa’da yapılmış pahalı gelinliği hakkındakilerden ibaret değil.
Esas büyük skandal düğünün ardından Bosna’daki tabloit gazetelerden Objektif’te çıkan bir haberle patlamış.
Habere göre Bakir İzzetbegoviç’in kızı Jasmina Izetbegović’in evlendiği kendisinden sekiz yaş küçük damat Cemil Humačkić, Berlin’de bir eskort ajansı yönetiyormuş.
Üstelik Almanya’da IT sektöründe hizmet veren bir şirketi olduğu bilinen damadın eskort ajansı olduğunu gösteren bilgiler bir Google uzaklıktaki açık kaynaklarda karşınıza çıkıyor.
https://www.dnevnik.ba/vijesti/razotkriven-skandal-izetbegovicev-zet-vodi-eskort-agenciju
İzzetbegoviç ailesi geçen yıl da, Bakir İzzetbegoviç’in eşi kadın doktoru Sabiha İzzetbegoviç’in yöneticisi olduğu Saraybosna Üniversitesi Tıp Merkezi’nde yaşanan ölümler sonrası bayan İzzetbegoviç’in tıpta uzmanlık diplomasının sahte olduğu iddialarıyla sarsılmıştı.
Günün sonunda Boşnaklar iyi yönetilmiyor. Bunu da Dodik gibi fırsatçı milliyetçiler iyi değerlendiriyor.
Aliya İzzetbegoviç’in hatırası da incitiliyor.
Ama bunda savaş yıllarında güven sorunları yüzünden tek oğlunu bizzat siyasi çalışmaların içine sokmuş, uluslararası toplantılara beraberinde götürmüş Aliya İzzetbegoviç’in de sorumluluğu var.
Demokrat, mütevazi bir Müslüman bir lider olan İzzetbegoviç’in en büyük hatası oğlunu siyasi mirasçısı olarak bırakması olabilir.
Bu nepotizmin bedelini bugün hala Boşnaklar kötü yönetimle ödüyorlar.
İşte Bosna Hersek’in bize hiç benzemeyen sorunları böyle.
Gündem; ölmüş ama cenazesi kaldırılamayan Dayton devleti ve dedikodusu bitmeyen bir yaz düğünü… Yine de sınırın dışına çıkıp Türkiye’nin dertlerinden biraz uzaklaşmak herkese iyi gelmiştir herhalde.