Seçim döneminde gelişmeleri biraz yakından izlemeye çalıştım ve bu nedenle haftalık yazıları aksattım.
Açık konuşmak gerekirse, Türkiye’nin geleceğini şekillendiren seçimlerden birini yaşadık. Sonuçların meşruiyeti üzerine çok şey yazılıp çizilse bile, o bakımdan eskilerden çok farklı değildi. Asıl önemli yönü, artık yeni bir siyasal rejimin başlamış olmasıydı. Kısmen bunu da ele aldığım aşağıdaki yazıyı, aylık Yeşil Sol Gündem dergisinin Temmuz sayısı için hazırlamıştım. Bazı küçük değişikliklerle Serbestiyet’e de sunuyorum.
* * *
Muhalefetteki yaygın beklentinin tersine, başkanlık seçimini birinci turda ve MHP’nin bariz desteğiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan kazandı. Milletvekili seçiminde ise AK Parti’nin büyük oy kaybı ve HDP’nin barajı aşıp üçüncü parti olarak Meclise girmesi dikkat çekti.
Hiçbir yerinde adalet olmayan bu seçimde, AK Parti ile MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı, Büyük Birlik Partisi’nin de desteğiyle, milliyetçi-muhafazakâr bir ideolojik zeminde ve otoriter bir siyasal yönelimle, Türkiye’nin parlamenter sistemden kopup Latin Amerika’da görülen benzerlerinden de daha merkezileşmiş bir başkanlık rejimine geçilmesini sağladı.
AK Parti fonksiyonu zayıflatılmış Mecliste çoğunluğu kaybetti. MHP onun eksiğini tamamlamakla beraber, hem bu ikilinin ilişkisinin geleceğinin, hem de anlamlı bir toplumsal mutabakatla inşa edilmeyen bu yeni rejimin yakın ve orta vâdeli geleceğinin nasıl olacağı, herkesin merak ettiği sorular olarak ortada duruyor.
İki bloklu Türkiye’ye devam
Seçimlerde iki blokun da referandumdakine yakın bir sonuç alması, toplumdaki geleneksel bölünmenin ve bundan beslenen siyasal gerilimin daha uzun süre devam edeceğinin bir göstergesi olarak değerlendirildi. Partiler arası seçmen kayışlarının da esas olarak ideoloji, inanç ve hayat tarzı bakımlarından birbirine yakın olanlar arasında cereyan etmesi bunu kanıtladı. Seçmenlere kümeler arası rahat geçişler sağlayacak bireyleşmenin ve ona zemin sunabilecek ideolojik ve siyasal ortam rahatlamasının oluşmaktan henüz uzak olduğu görüldü.
AK Parti ve MHP’nin de başkanlık rejimini böyle bir sorunu çözmek iddiasıyla getirmediği biliniyordu. Balkon konuşmalarında “Herkes kazandı, millet kazandı” veya “Mesajı aldık” dense de, politikaların pek öyle yürütülmediğini yaşayarak biliyor, görüyoruz.
Toplumun birbirine değmeyen iki büyük bloka bölünmüşlüğünün iyice katılaşması, ekonominin alarm üstüne alarm vermesi, demokrasi ve adalet arayışının OHAL şemsiyesi ve KHK uygulamaları altında iyice boğulması, Kürt sorununun iç ve dış askeri operasyonlarla halı altına süpürülse bile varlığını koruması… gibi ağır meselelerle malul Türkiye’nin dertlerine bu başkanlık rejiminin nasıl bir çare ve çözüm üreteceğini, herhalde çok beklemeden görmek mümkün olacak.
Geride bırakılan parlamenter sistem de Türkiye’deki haliyle çok matah bir şey değildi. Hiçbir zaman toplumumuzun bütününü kucaklamadı. Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet beklentilerimiz ya sözde ya da kitap sayfalarında kaldı.
Bu bakımdan gidene ağıt yakılması da, yeni gelene methiyeler düzülmesi de çözüm gibi durmuyor. Geniş yelpazeli bir mutabakat üzerinde yükselen bir sistem belki en makulüydü ama Türkiye o fırsatı kaçırdı. Yeni rejimin olabildiğince demokratikleştirilmesine yönelik bir toplumsal mutabakat arayışının olup olmayacağı da meçhul.
MHP desteği Erdoğan’a başarıyı getirdi
Malum; AK Parti yıllar boyu kenarlara itilen, horlanan ve baskı gören büyük bir dindar kitlenin sözcüsü olarak sahneye çıktı ve onları aşan bir toplumsal destek gördü. 2002’deki, eski merkez sağ ve merkez sol partileri tasfiye eden büyük iktisadi ve siyasi krizin sarsıntıları içinde iktidar oldu.
İdeolojik ve politik gıdasını siyasal İslâmdan almasına karşın, kendini zamanın şartlarına da uyarlayan bir parti profili verdi. Son derece önemli demokratik reformları programına aldıve uzun iktidarının ilk dönemlerinde hayata geçirdi. Ama bir süredir dünyada örneklerini gördüğümüz popülist, milliyetçi, çoğunlukçu, baskıcı ve otoriter, demokratik değerlere sırtını dönen partilerin benzeri bir rotaya girerek, o takdir gören vasıflarını terk etti. Bu değişim büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında ve söyleminde kristalize oldu
Rejim değişikliği ve siyasette yeni dönem
Erdoğan’ın ve AK Parti’nin 1 Kasım 2015’ten beri Türkiye’yi taşımak istediği model, (a) güçlü, otoriter, tüm yetkileri elinde toplamış bir başkanlık; (b) bu başkanlığın kontrolü altındaki zayıflatılmış bir yasama; ve (c) gene başkanlığın yönlendirmesindeki bir yargı… unsurlarını içeriyordu. Bunun için kendine partner olarak, bu role çok istekli, geleneksel taşra milliyetçiliğinin partisi MHP’yi ve genel başkanı Devlet Bahçeli’yi seçti. Onun tavsiyesi, agresif hamleleri ve desteği sonucunda, 16 Nisan 2017 referandumunun ardından yapılan 24 Haziran 2018 seçimleriyle Erdoğan ve partisi amaçlarına ulaştı.
İktidarın bir süredir uyguladığı olağanüstü medya kuşatması, devâsâ devlet imkanları, parti örgütü gibi çalışan belediyeler, parti taraftarı gibi davranmayı içselleştirmiş güvenlik güçleri, OHAL şartları ve sosyal medyaya mahkum bir muhalefet… Bu koşullarda, farklı bir sonuç ummak zaten zordu.
24 Haziran sonuçlarından memnun olan MHP Genel Başkanı, siyasal sistemde gerçekleştirilen değişiklikle gelinen bu noktayı “Cumhuriyetimizin üçüncü evresi” olarak niteliyor.
Yapılan bu köklü değişiklikle Cumhuriyetin kaçıncı aşamasına geldik, şüphesiz önümüzdeki dönem hayli tartışılacaktır. Ama eskisinden çok farklı, siyaset sahnesinde birçok şeyin tepeden tırnağa değişeceği, ipuçlarını bir süredir gördüğümüz, alışkanlıklarımızı hayli zorlayacak bambaşka bir siyasal döneme girdiğimiz muhakkak.
İttifak Yasası’nın hayırlı sonuçları
AK Parti ve MHP’nin bu amaçla yola çıkarken getirdikleri İttifak Yasası, kendilerine yaramakla beraber hiç ummadıkları sonuçlar da üretti. Öyle ki, uzun yıllardır var olan ama nedense hiçbir iktidarın kaldırmaya niyetlenmediği, demokratik çoğulculuğu berhava eden baraj sistemi, ittifak uygulamasıyla ıskartaya çıkarıldı.
Seçmen desteği yetersiz olan birçok parti ittifakların çatısı altına girerek veya ittifaktaki büyük partinin listesinden aday göstererek Mecliste temsil edilmeyi başardı.
İktidar blokunun HDP’yi barajla Meclis dışı bırakma ve İyi Parti’yi seçim sürecinin dışına itme hamleleri sonuçsuz kaldı. Barajı aşmak için seçmen desteği yetersiz olan bazı partiler de, yasanın sunduğu esneklikten yararlanarak Meclise temsilci gönderme imkanı buldu.
Bu nedenle, yakın bir zamanda bizzat iktidarın girişimiyle barajın düşürüldüğü görmek sürpriz olmayacak.
CHP’nin toplumla buluşma hamleleri
Muhalefet cephesinde kilit rolü üstlenip son derece etkili adımlar atan parti CHP oldu. Yoğun bir eleştiri bombardımanı altında bulunsa bile Kemal Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP, yerleşik toplum algısından hayli farklı politikalar sergiledi. İktidar koalisyonunu şaşırtan, muhalefeti toparlayan, örgüt ve seçmenlerine özgüven kazandıran bu politikalar, seçim sonuçları itibariyle o kesimdeki beklentileri karşılamasa da, bu partinin yerleşik siyaset tarzından farklılıkları nedeniyle önümüzdeki süreç için önemli işaretler verdi.
Bu bakımdan, Kemalizmin geleneksel partisi ve laik sosyolojinin kalesi CHP’nin böyle adımlar atarak kendi etrafında kimlik yelpazesi geniş bir muhalefet bloku oluşturmayı başarması, yabana atılacak bir gelişme değildi.
Sıkıcı olmak pahasına bir kez daha hatırlatacak olursam, İyi Parti’nin seçime girmesini sağlayan 15 milletvekili hamlesi, Muharrem İnce’yi başkan adayı göstermesi, Saadet Partisi’nden beş milletvekili adayını kendi listesinden göstermesi ve üçünün seçilmesini sağlaması, seçim matematiğinin bir zorunluluğu ve Millet İttifakı’nın bir hedefi olarak HDP’nin barajı aşmasının gerekliliğini özellikle batıdaki seçmenlerine anlatmayı başarması, son derece dikkate değerdi.
Madalyonun diğer yüzünde, milletvekili seçiminde yüzde 22 küsur oy alması nedeniyle, bu partide sık rastladığımız kurultay ve genel başkanlık kavgaları yine başladı. Muharrem İnce’nin seçim performansından hareketle, CHP’nin makus talihini değiştirecek liderin bulunduğunu düşünenler hayli fazla. İnce’nin oyları hep aynı toplumsal küme içinde kalmak kaydıyla biraz büyüttüğünü, ama onun dışına taşmasını sağlayamadığını görmüyorlar. Kolay yolu seçip, partiyi daha büyük sosyal kümelerle buluşturmak amacıyla çıkış arayan ve yeni yollar deneyen liderini, kimi ulusalcı çevrelerce aynı doğrultuda ve kendilerinden geçercesine hırpalıyorlar.
Dindar seçmene ulaşma çabaları
Gerçekçi olalım. CHP’nin ve Muharrem İnce’nin, siyaset dilinin katı, laik ve jakoben Kemalist jargondan uzaklaşarak AK Partili dindar seçmenleri incitmeyecek doğrultuda değiştirilmesi için yoğun çaba göstermesi, hem ülkedeki, kamplaşmanın zayıflatılması, hem de muhalefetin sözünün daha geniş kesimlere ulaşması adına bu seçimde altı önemle çizilmesi gereken bir şeydi.
“Adalet Yürüyüşü”nden başlayıp 16 Nisan 2017 referandumundan itibaren derinlik kazanan değişimi ve partiyi farklı kesimlere açma gayretini, sırf Kılıçdaroğlu’nun talihsiz seçim sonrası konuşması nedeniyle görmezden gelmek doğru olmaz.
Tarihi Osmanlının ilk modernleşme hamleleri kadar gerilere uzanan gelenekçi-modernist, dindar-laik, gerici-ilerici, aşağıdan değişimci- yukarıdan dayatmacı bölünme ve kamplaşmalarını, aslında topluca devraldık ve yarattığı sorunları yaşıyoruz.
O nedenle, kimlikler üzerinde yükselip bu günlere gelen politik zihniyetlerin belirlediği dar alandan kurtulup bütün yurttaşlara seslenebilen, kimlik ve cemaat siyasetini aşmış bir parti olabilmek, öyle birkaç haftalık sığ seçim çalışmalarıyla başarılabilecek bir şey değildir. Kararlılık, yüzleşme ve ısrar gerektirir. Toplumumuz ve siyaset dünyamızdaki yeri açısından, CHP’deki bu açılımın öneminin farkına varılması ve teşvik edilmesi yerinde olur.
Muharrem İnce
Kısıtlı imkânlara, OHAL koşullarına ve medya sınırlamasına rağmen Muharrem İnce’nin aldığı sonuç başarıdır. CHP gibi jakoben laisizmin temsilcisi bir partinin az çok tanınan bir ismine, ister birinci ister ikinci turda nüfusun çoğunluğunu teşkil eden dindar ve muhafazakâr seçmen kesiminden sonuç alıcı oy gelmesi o kadar kolay değildi.
Bunu sağlayacak hangi güven verici adımların atıldığı sorulduğunda, cevabın içini dolduracak fazla bir şey bulunmadığı görülür. Aksini ileri sürmek, toplumumuzu ve onu oluşturan kümeleri yeterince tanımamak anlamına gelir. Nitekim partiler arası seçmen kaymalarının birbirine yakın olanlar arasında cereyan etmiş olması da durumu yeterince açıklıyor.
Hatırlanacağı gibi, İnce’nin adaylığı başlangıçta bazı kesimlerde şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaratmıştı. Ancak süreç içinde CHP seçmenini aşan bir beğeni topladı ve özellikle laik kesimlere özgüven aşıladı. Ortaya koyduğu aday profili, edası, dili, halkla kaynaşma becerisi, hitabeti ve hazır cevaplığı memnuniyet yarattı.
Erdoğan’ın seçilmiş ve parlamentoda AK Parti + MHP ortaklığının milletvekili sayısının 300’ü epey aşmış olmasına bakarak belli bir seçmen kesimine kahredip karalar bağlayan anlayış hâlâ bu ülke gerçekliğinin farkında değil. Temelsiz coşku ve aşırı beklentiler ile umutsuzluk ve halka güvensizlik karışımı bir nihilizme savrulmak gibi uçlarda yaşamaya devam ediyor.
Bütün bunlara karşın, CHP’nin bundan sonraki süreci iyi tasarlaması ve kamusal bir figür konumuna yükselen Muharrem İnce’yi bu partinin bıktırıcı iç hesaplaşmalarında harcamaması yerinde olur.
İyi Parti
Taşra milliyetçiliğinin hakim olduğu MHP’nin bölünmesi, bu siyasal geleneğin son dönemde yaşadığı en önemli olaydı. Bu, partinin tam da iktidarla “seviyeli bir ilişki” yaşamaya başladığı dönemde gerçekleşti.
1990’lı yılların adı öne çıkan içişleri bakanlarından Meral Akşener’in liderliğindeki İyi Parti’nin kurulması, özellikle milletvekili seçiminde aldığı oy ve Kürt sorunu gündeme geldiğinde sergiledikleri kısmen ılımlı dil, takip edilmeyi gerektiriyor.
Ağırlıkla metropollerde ve kıyı kentlerinde güç topladığı görülen, geçmişin merkez sağ partileri ve liberal çevrelerinde bulunanların da ilgisini çeken bu parti ile MHP’nin aldığı oyları alt alta toplayıp, geleneksel ırkçı-milliyetçi bir dalganın gelmekte olduğu sonucunu çıkarmak, en azından şimdilik olgularla uyuşmuyor.
HDP için yeni bir başlangıç mümkün
HDP, iktidar kaynaklı onca baskı ve engellemeye, çeşitli badirelere ve Kürt hareketinin son dönem politikalarının olumsuz etkisine rağmen, özellikle batıda CHP’li, sol, demokrat ve liberal seçmenden aldığı stratejik oyların da desteğiyle Meclise giren üçüncü büyük grup olmayı başardı.
Selahattin Demirtaş, tutuklu olduğu Edirne Cezaevi koğuşunda ve olmadık kısıtlar içinde bir kampanya yürütmek zorunda kalmasına ve adaylığı başkanlık seçiminde sonucu etkileyen bir konuma sahip olmamasına rağmen, HDP’nin Kürt seçmen içindeki kemik desteğine hayli yakın bir oy almakla önemli bir başarı sergiledi. Kampanya sürecindeki gülümseten hicivli dili, espri zekâsıyla ve politik mesajını doğrudan, basit bir anlatımla vermesiyle farkını gösterebildi.
Artık baraj kaldırılsa da kaldırılmasa da HDP’nin demokratik siyaset zemininde Kürtlerin önemli bir bölümünün temsilcisi olduğu bir kez daha görüldü. Onu görmeyen, hesaba katmayan, kriminalize eden, bununla da yetinmeyip siyaset platformundan dışlamak için olmadık demokrasi dışı yollara başvuranların anlamlı bir sonuç elde edemeyeceği anlaşıldı.
Anahtar: Demokratik siyasette ısrar
Bununla beraber, Suriye iç savaşının seyrini tam olarak kestirmek şimdilik pek mümkün olmadığından, Kürt sorununun çözümü doğrultusunda ne gibi adımlar atılabileceğini öngörmek kolay değil. Ancak şartlar HDP’nin yeni bir başlangıç yapması için çok uygun.
PKK’nın yeni bir “devrimci halk savaşı” ilân ettiği, bu doğrultuda “özyönetim” adını verdiği “kurtarılmış” ilçe merkezleri yaratmak uğruna hendek ve barikat savaşlarına girdiği geçen dönemde HDP’nin sergilediği yaklaşımlara yönelik eleştirel duruşların kısmen devam ettiği, özellikle bölge illerindeki seçim sonuçlarına yansıyor.
Öte yandan, Kürt sorununun çözümsüz kalması ve bu asırlık yaranın kanamaya devam etmesi nedeniyle, aynı seçmen kitlesinin partiden demokratik siyaset zemininde çözüme katkı sunmasını beklediği de anlaşılıyor.
Bu bağlamda, şiddet ve terör sarmalının bir karabasan gibi yeniden gündemin üzerine çökmemesi için, sorunun bu topraklar içinde demokratik bir muhtevayla çözümünde ısrar etmek, bu bağlamda Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılmasının yaratabileceği müşterekleri sahiplenmek çok önemli görünüyor. Nitekim bu partinin kimi sözcülerinin ve eski genel başkanı Demirtaş’ın seçim sürecinde yaptığı açıklamalar, yetersiz ve eksik de olsa, bu doğrultuda ümit veren adımlardı.
Yeni döneme intibak
Yürütme yetkilerinin tek kişide toplandığı, yargının büyük ölçüde onun kontrolü ve yönlendirmesi altına girdiği, yasamanın denge ve denetleme fonksiyonunun hemen hiç kalmadığı, özgür medya alanının da neredeyse kalmadığı bir başkanlık rejimine artık geçmiş bulunuyoruz.
Bu şartlar altında, muhalefetin nasıl olması gerektiğini, eylemini, söylemini, formunu, hedeflerini etraflıca, tabusuz ve takıntısız tartışmak gerekiyor. Bunu büyük küçük demeden; sol, sosyalist, sosyal demokrat, yeşil, ekolojist ve etnik temelli parti ayrımına girişmeksizin yapmalıyız. Bütün muhalif güçlerin kendilerini yeni rejime göre yeniden konumlandırması üzerinde düşünmek zorunlu oluyorr.
2019 baharında yapılacak yerel seçimlerin öne alınabileceğinin konuşulmaya başlandığı dikkate alınırsa, muhalefetin parlamenter sisteme ağıt seanslarını geride bırakıp yeni siyasal düzene intibak edebilmiş bir mücadele hattını geliştirmesi beklenir.
24 Haziran 2018’den demokratik muhalefet güçlerini kahreden bir sonuç değil, tersine, geleceğe umut taşıyabilecek çok önemli ipuçları çıktı.
Parlamentoda temsilcisi olsun ya da olmasın, örgütlülüğü barajı aşsın ya da aşmasın, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve adaletli bir gelecek için ülke sorunlarına kafa yoran ve emek veren bütün siyasal kurum ve yurttaşların bu ipuçlarını değerlendirmesi temennimizdir.