Ana SayfaYazarlarSeçimler ve iki kadın

Seçimler ve iki kadın

 

Sanıyorum 31 Mart yerel seçimleri sonuçlarından ziyade süreç boyunca yaşananların ‘absürdlüğü’ ile zihinlerimizde yer edecek. Seçim kampanyaları boyunca söylenenler ve yaşananlar ile devamlı hayrete düştüğümüz, seçim günü olanlara ise ağzımızın açık kaldığı, yine birçok şeyi anlayamadığımız bir dönemden geçtik. Ve sanırım artık yorulduk, neredeyse bir hafta olacak Ankara ve İstanbul’da verdiğimiz oyların kesin neticesini öğrenemedik. Yetkililer hukuki süreçlere saygı duymamızı, adil sonuçlara ulaşılabilmesi için sabır göstermemizi istiyor. Nasılsa derya deniz, bu millet kendisinden sabır istenilmesine o kadar alışık ki!

 

Öte yandan yaşanan bazı şeylere sabır göstermek bile anlamsızlaşıyor. Bana göre bunların başında İstanbul büyükşehir belediye başkan adaylarının eşlerinin fotoğraflarının aynı karede yan yana bir sosyal medya malzemesi olarak kullanılması geliyor. Bu fikir orijinal olarak kimden veya kimlerden kaynaklandı, nasıl kullanıma sokuldu, esas neyi amaçlıyordu bilemiyorum. Ama görünen o ki amaçladığı (ve belki de esasen amaçlamadığı) birçok şeyi başarmış oldu. Dolaşıma sokulduğu andan itibaren her kesimden birçok aklı evvel büyük bir iştahla fotoğrafın başına üşüşüp, tekrar tekrar paylaşıp yaratıcı yazarlık hünerlerini konuşturmaktan büyük zevk aldılar.

 

Bu hadiseyle kendimiz hakkında gördüğümüz bazı durumlar var. İlk olarak senelerdir kıskacında kıvranıp durduğumuz kutuplaşma buhranının hâlâ ne kadar ateşli olduğunu, kutuplar halinde yaşıyor olmaktan ne kadar çok beslendiğimizi, kutuplaşmanın siyasetçiler (ya da siyaset yaptıklarını zannedenler) için ne kadar elverişli bir alan olduğunu bir kez daha anlamış olduk. İkincisi (birincisine bağlı olarak) başörtüsü konusunda hâlâ olgunlaşamadığımızı, bırakın olgunlaşmayı hâlâ akıllı bile davranamadığımızı görmüş olduk. Başörtüsünün Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığı serüvenden, daha yakın zamanda şahit olduğumuz 28 Şubat süreçlerinden, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinde eşinin başörtülü olması meselesinden ve bütün bunların etrafında yaptığımız toplumsal tartışmalardan da nasibimizi almamışız. Başörtüsü ve başörtüsünün kamusal hayatımızdaki yeri ile halleşememişiz. Son olarak da ileri derecede ataerkil bir toplum olmaya devam ettiğimizi söyleyebiliriz. Cinsiyetçi bakışımız, fiziksel özellikleri dedikodu malzemesi etmemiz, kadını bir bireyden ziyade bir eş, ana, bacı olarak niteliyor olmamız, tartışma unsuru olarak araçsallaştırmamız (acaba artarak mı) devam ediyor.

 

Ama bunların hepsinden daha fena bir durum var ve üzücü olan da bu; verdiğimiz bu kavga neyin kavgası ise, üstün gelmek veya bir adım öne geçebilmek için insanları gözümüzü kırpmadan acıtıyor olmamız. Bu fotoğrafları yan yana koyanlar, fotoğrafın altına acımasız, aşağılayıcı, kaba, aptal yorumlarını çiziktirenler, acaba bu iki kadının birer insan evladı olarak herkes gibi duyguları olduğunu ve kalplerinin kırılabileceğini hiç düşün(e)miyorlar mı? Onların gece yastığa başlarına koyduklarında kendilerine atfedilen bu sıfatlara üzülüp, gözyaşı dökebilecekleri hiç mi akıllarına gelmiyor? Umarım gelmiyordur, çünkü eğer hem akıllarına geliyor hem de yine bu işleri yapıyorlarsa umursamaz, acımasız, insanlara saygı ve/ya sevgi göstermek gibi insani özellklerden tümüyle sıyrılmış bir toplumsal profil çizilmiş olur.

 

Sosyal medya dediğimiz şey aynı zamanda devasa bir dedikodu kanalı. Normal yaşantımızda hepimizin ayıp sayacağı hareketler burada yapılınca ayıp olmaz sanrısı içinde yaşayanların sayısı bir hayli yüksek. Belki de bu işleri yapanlar esas kimliklerini saklayarak ya da hiç saklama ihtiyacı duymadan hareket eden ‘kötücül’ insanlardır; duyguymuş, düşünceymiş, saygıymış, değermiş önem vermiyorlardır. Ancak esas endişe veren durum birçok insanı tuzağa düşürmeyi, kendi kervanlarına katmayı kolayca becermeleri, onlar gibi acımasız davranılmasını sağlayabilmeleri. Neden bu kadar kolay o tarafa meyledebiliyoruz? Sonuçları beklerken bari biraz bunu düşünelim…

 

Beklemek deyince, Godot’yu Beklerken bu seçimlere gerçekten cuk oturdu, yaşadığımız tam bir absürd tiyatro.

- Advertisment -