İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, 2013’te İstanbul’da, Zeytinburnu’nda düzenlenen Newroz etkinliğinde yaptıkları konuşmalar nedeniyle Selahattin Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Sırrı Süreyya Önder’e ise 3 yıl 6 ay hapis vermişti. “Silâhlı terör örgütünün propagandasını yapmak” suçunu işledikleri gerekçesiyle verilen bu cezalar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından onandı. Böylece Demirtaş’a ve Önder’e verilen cezalar kesinleşti. Demirtaş, zaten iki yıldan uzun bir süredir cezaevindeydi. Kararın kesinleşmesinin ardından Önder de cezaevine kondu.
Vaziyete dair birçok hususun altı çizilebilir. Ben söyleyeceklerimi beş noktada özetleyebilirim.
(1) Ortada kötü bir tablo var. Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin eski eş genel başkanları ve çok sayıda milletvekili hapsedilmiş durumda. Bu karanlık tabloyu oluşturan ilk fırça darbesi, dokunulmazlıkların kaldırılmasıydı. Gerisi zaten çektikçe geldi. İktidar bu konuyu gündeme getirdiğinde, milletvekillerini koruma kalkanından mahrum kılmanın hukuki ve siyasi tahribata neden olabileceği dillendirilmişti. (*)
Ancak HDP dışında kalan bütün partiler dokunulmazlığın kaldırılmasından yana tavır aldı. Siyasi hesaplardan ötürü milliyetçi dalgaya teslim oldular. Nihayetinde iktidara, muhalefet üzerinde tasarruf fırsatını altın tepside sundular. İktidar da bu fırsatı geri tepmedi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasını hukuki gerçekleri meydana çıkarmak için değil, muhalefeti etkisizleştirmek ve hattâ muhalefeti istediği biçimde kurgulamak için kullandı, kullanıyor.
Yanlış bir iş yapıldığı apaçıktı. Buna bile bile lâdes diyen ve iktidarı kendi kaderi üzerinde söz sahibi yapan ana muhalefetin sorumluluğu büyük. Bugün CHP milletvekillerinin Demirtaş ve Önder aleyhine verilen kararları Meclis’te veya sosyal medyada eleştirmelerinin ne bir anlamı var, ne bir etkisi, ne de bir inandırıcılığı. Yasak savma kabilinden sarfedilen sözler, mensub oldukları partinin, dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki günahının üzerini örtmeye yetmiyor.
Demirtaş’ı içerde tutma iradesi
(2) Cumhurbaşkanı Erdoğan, Demirtaş ile ilgili sürece başından beri müdahil oldu. AİHM’nin Demirtaş’ın tutuksuz yargılanması gerektiğini belirten kararından sonra Erdoğan’ın kullandığı “AİHM’nin kararı bizi bağlamaz. Gerekli hamleyi yaparız. İşi bitiririz” ifadeleri, hem Demirtaş’ı içerde tutmaya dönük bir siyasi iradenin varlığını, hem de bu irade doğrultusunda yargıya yapılan direkt bir müdahaleyi yansıtıyordu. Sonrasında Demirtaş dosyası ile ilgili yaşananlar da bunun doğruladı. Bu nedenle Demirtaş’a ilişkin verilen kararların tamamı, siyasi şaibe ile malûl.
(3) Demirtaş ve Önder’in kararının kesinleşmesindeki hız, gerçekten göz yaşartıcı! Gökçer Tahincioğlu hatırlattı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bakanlığının çalışmalarını anlatırken mahkemelerin iş yoğunluğuna da değinmişti. Gül’ün verdiği bilgiye göre, istinaf mahkemelerindeki ceza dâvâlarında ortalama yargılama süresi 113 gündü. (http://m.t24.com.tr/haber/demirtas-karari-nasil-alindi,764395)
Peki, Demirtaş ve Önder dâvâsında bu süre nasıl işledi? Şöyle: 26. Ağır Ceza Mahkemesi, 7 Eylül’de karar verdi. Gerekçesini 1 Ekim’de yazdı. Demirtaş’ın avukatı Mahsuni Karaman ile görüştüm. Dosyanın, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’ne kayıt tarihinin 25 Ekim olduğunu belirtti. Mahkeme, dosyayı bu tarihte teslim aldı. Karaman’ın verdiği bilgiye göre, normal koşullarda bu dosyaya inceleme sırasının en erken bir yıl sonra gelmesi gerekiyordu. Ancak 25 Ekim’de dosyanın ulaştırıldığı mahkeme, 4 Aralık’ta kararını verdi. Yani 40 gün gibi kısa sürede dosyayı kesinleştirdi.
Yargının hızlı karar vermesi, elbette sevindirici! Ama burada bir bit yeniği var; o da AİHM’nin Demirtaş lehine verdiği karar. AİHM, Demirtaş kararını 20 Kasım’da açıklayacağını ilan eder etmez İstinaf Mahkemesi dosyayı öne alıp hemen incelemeye başladı. Böylece AİHM tarafından Demirtaş lehine verilecek muhtemel bir kararı boşa çıkarmak için kollar sıvandı.
AİHM’yi açığa düşürmek
(4) Demirtaş’ın cezasının hızla kesinleştirilmesindeki gaye belli: AİHM, Demirtaş’ın dışarı çıkması için cezaevinin kapısının açılmasına karar verdi. İstinaf Mahkemesi de el çabukluğuyla bu kapıyı kesin bir şekilde kapattı ve AİHM kararını açığa düşürdü.
Aslında her şey düşünüldüğü gibi oldu. AİHM’nin kararı üzerine Demirtaş’ın avukatlarının yaptıkları tahliye başvurusu, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesince “AİHM kararının kesin olmadığı gerekçesiyle” reddedildi. Akabinde hemen İstinaf Mahkemesi devreye girdi ve Demirtaş’ın cezasını kesinleştirdi. Böylece, artık “hükümlü” olan Demirtaş’ın dışarı çıkma ihtimali kalmadı.
AİHM kararına yapılan tahliye başvurusunu kabul etmeyen mahkeme, aynı zamanda Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığına “AİHM kararının kesin olup olmadığının ve AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kesinleşip kesinleşmediğinin” sorulmasına karar vermişti. Son derece tuhaf bir durumdu bu. Çünkü mahkeme bir taraftan “kararın kesin olmadığından bahisle” tahliye talebini geri çeviriyordu, diğer taraftan da “kararın kesin olup olmadığını” Adalet Bakanlığına soruyordu. Ezcümle mahkeme, emin olmadığı bir gerekçeye yaslanarak, bir siyasi parti liderini özgürlüğünden yoksun bırakıyordu.
İşin hukuken elle tutulur bir tarafı yoktu. Fakat siyaseten her şey ayan beyandı. Amaç, Demirtaş’ı içerde tutmaktı ve İstinaf Mahkemesinin kararıyla da bu amaç hâsıl olmuştu.
Peki, bundan sonra ne olacak? Büyük bir olasılıkla, Adalet Bakanlığı’ndan beklenen cevap gelecek ve AİHM’deki dosyaya ilişkin olarak bir tahliye kararı verilecek. Lâkin Demirtaş hüküm giydiği için içerde kalmaya devam edecek. Demirtaş’a verilen ceza 4 yıl 8 ay; infazı ise 3 yıl 6 ay. Demirtaş 25 aydan beri tutuklu; bu süre mahsup edilse dahi Demirtaş 17 ay daha cezaevinde kalacak. Hülasa iktidar, hem AİHM kararına “uyar” görünecek, hem de Demirtaş’ı cezaevinde tutmayı sürdürecek.
“Bedel ödeyecekler”
(5) AİHM, Demirtaş kararında ilk kez Türkiye’yi AİHS’nin 18. Maddesine aykırı davranmaktan ötürü mahkûm etmişti. 18. Madde, sözleşmedeki hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların ancak öngörülen amaçlar için uygulanabileceğini, bu amaçların dışında kullanılamayacağını hükme bağlar.
20 Kasım tarihli kararında AİHM, Demirtaş’a yöneltilen suçlamaların onun siyasal etkinlikleriyle alâkalı olduğunu ve bu nedenle dâvânın, ülkedeki siyasal ve toplumsal ortam gözetilmeksizin incelenemeyeceğini belirtti. Bu çerçevede Demirtaş’ın tutukluluğunun sürdürülmesinin siyasi nedenlere dayandığını gösteren birçok veri vardı. İktidar temsilcilerinin Demirtaş ve HDP’yi hedef alan açıklamalarını, HDP’nin önemli temsilcilerinin ve seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanmasını, muhalefeti susturmaya yönelik sistematik bir çabanın varlığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın HDP’lileri hedef alan “Bedel ödeyecekler” yolundaki açıklamasının soruşturma ve kovuşturma süreçleri üzerindeki tesirini… bu bağlamda sıralamak mümkündü.
Yeni bir 18. Madde ihlâli
Bu itibarla AİHM, Demirtaş’ın tutukluğunun anayasa değişikliği halkoylamasını ve cumhurbaşkanlığı seçimini içerecek biçimde uzatılmasının temel amacının “demokratik bir toplumun temelinde yatan siyasal tartışma özgürlüğü ve çoğulculuğu boğmak olduğunu” saptıyordu. Ezcümle Demirtaş hukukî değil siyasî saiklerle içerde tutuluyordu.
20 Kasım’dan sonra yaşananlar, Demirtaş’ın tamamen siyasi bir plan dâhilinde hapishanede tutulduğuna dair kararın haklılığını pekiştirdi. İktidar kanadından gelen beyanlar ve bunlara uygun verilen kararlar, yeni bir 18. Madde ihlali niteliğinde. Eğer buradan hareketle bir başvuru yapılırsa, AİHM’nin Türkiye’yi 18. Maddeden bir kez daha mahkûm etmesi şaşırtıcı olmaz.
Siyasi ayak oyunları hukuk kılıfının içine sokmaya çalışırsanız hem siyaseti hem de hukuku zehirlersiniz. Demirtaş dosyasında olan da budur.
————————————-
(*) Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin değerlendirmelerimiz için bakınız:
https://www.serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/dokunulmazliklarin-kaldirilmasi-1-681578
https://www.serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/dokunulmazliklarin-kaldirilmasi-2-682555
https://serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/dokunulmazliklarin-kaldirilmasi-3-683482