Ana SayfaYazarlarSiyonizm’in uluslararası hukuka aykırı hayalleri

Siyonizm’in uluslararası hukuka aykırı hayalleri

İsrail’de geçen yıl kurulan üçüncü Netanyahu hükümetinin Hamas’a yönelik olduğunu iddia ettiği ama Gazze Şeridi’nde aralarında çocuk ve kadınların bulunduğu çoğu sivil iki yüzden fazla kişinin ölümüne yol açan “Koruma Eşiği Operasyonu“ (Mivtzah Tzuk Eitan) sadece Filistin’de değil dünyanın birçok köşesinde düzenlenen gösterilerle protesto ediliyor. İnsan hakları kuruluşları İsrail’i ayırım yapmaksızın tüm Filistinlileri hedef alan hava saldırıları yapmakla suçluyor. Uluslararası Af Örgütü bölge direktörü Philip Luther yaptığı açıklamada, silah deposuna dönüştürüldüğü iddiasıyla bombalanan evler konusunda, kanıt sağlanamadığı sürece sivillerin evine kasten saldırmanın savaş suçu olduğunun altını çiziyor.Bu itibarla, Netanyahu hükümetinin yaptığının, Halil Berktay’ın “Bir mektup vesilesiyle, Türkiyeli Yahudilerin endişeleri” başlıklı yazısında aktardığı mektupta dile getirildiği gibi, “Hamas’ın şiddetine karşılık vermekten ibaret olduğunu” kabul etmek mümkün değil. Mektupta yer alan “dünya İsrail’i haklı görüyor” ifadesine de katılmıyorum elbette. Evet,  ABD ve büyük AB ülkelerinin kendilerinden gördükleri İsrail’in meşru savunma hakkını savunarak “sessiz” kaldıkları ve tepki göstermekten kaçındıkları doğru ama Netanyahu hükümetinin her refleksini savunmakta giderek zorlandıklarına da kuşku yok.Fransa Grand Rabi’si (Hahambaşı) Haim Korsia önceki gün Paris’teki iki sinagog önünde Gazze saldırılarını kınamak üzere düzenlenen gösterilerle ilgili olarak yaptığı açıklamada, gösteride ifade edilen nefretin Gazze saldırısını protesto amaçlı değil, Yahudi düşmanlığı olduğunu söyledi. Rabbi Korsia devamla antisemitizmin günümüzde antisiyonizmin arkasına saklandığını belirtti ve ekledi: “Maksat uluslararası güncel olayları protesto etmek olsaydı, Paris’te Suriye’deki olayları ya da dünyadaki katliamları kınayan insanların gösterilerini görürdük. Ama hayır, ifade edilen hep İsrail karşıtı, antisemit saplantı.Antisemitizm ve antisiyonizm Antisemitizm, Yahudilere yönelik bir tür ırkçılık olduğuna göre nefret söylemi kapsamında demokratik ülkelerde yasaklanmış durumda. İfade özgürlüğü kalkanından yararlanamıyor. O bakımdan “Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını ya da güçlendirilmesini hedefleyen siyasi ve dini bir hareket” olarak tanımlanan Siyonizm’e karşı çıkmanın demokratik ülkelerde antisemit nefreti gizleyen bir zırh olabildiğini söylemek mümkün. Antisemit söylem yasak olduğu için “Yahudi” sözcüğü yerine “ Siyonist” ya da Fransızcada pejoratif “Sionnard” sözcüğünün kullanıldığına rastlanıyor. Örneğin artık Yahudi komplosu yerine “Siyonist” komplo diyenler var ama bu tür ırkçı yaklaşımları da genelleştirmemek gerekiyor.Siyonizm’in sınırları net olarak tanımlanamadığı ya da farklı yaklaşımlar içerdiği için kafalar karışabilir. Örneğin İsrail hükümetlerinin Gazze operasyonu gibi insanlık dışı saldırılarını kınamak için “antisiyonist” olmak gerektiği düşünülebilir ama öyle değil aslında. Çünkü antisiyonizm öncelikle İsrail’in devlet olarak varlığına karşı çıkmak anlamına geliyor. Hükümetlerinin insanlık dışı politikaları nedeniyle 65 yılı aşkın bir süre önce kurulmuş bir devletin varlığını inkâr etmek de gerçekçi bir yaklaşım değil elbette.Bu itibarla Siyonist olmanın, Filistin halkının haklarını tanımakla çelişmediğini, aynı şekilde Filistin halkının haksızlıklara uğradığını savunmanın İsrail halkının güvenli sınırlara sahip bir devlet içinde yaşamasına karşı çıkmak anlamına gelmediğini kabul etmek gerekir. Örneğin iki devletli çözümü savunanlar antisiyonist değiller, bunun da altını çizmekte yarar var.Kendimizi demokrat olarak tanımlıyorsak antisemitizme olduğu gibi antisiyonizme de karşı çıkmak durumundayız. Ama bu, Siyonizm’in tüm uç tanımlarını kabul ettiğimiz anlamını da taşımıyor. Çünkü Siyonizm sadece İsrail devletinin varlığını tanımak ve güvence altına almaktan ibaret değil. Tevrat’ta vaat edilen toprakları (Eretz İsrail) kapsayan Büyük İsrail’e kadar gidebilen siyasi bir ideolojiye de tekabül ediyor.Siyonizm’in uluslararası hukukta yeri olmayan tanımlarıEretz İsrail,  Tevrat’ta Yahudilere yaşamaları için vaat edilmiş topraklar anlamına gelen siyasi bir terim olmakla birlikte aynı zamanda coğrafi bir alana da işaret ediyor. O coğrafi alan Tevrat’ta netlikle çizilmiş değil ve Nil’den Fırat’a kadar uzanan bugünkü Mısır ve Irak’ı da kapsayan şekilde yorumlanabiliyor. Kısacası bugünkü İsrail’in sınırlarının ötesine taşan bir coğrafi alandan söz ediyoruz. Ayrıntılara girmeden, bu konunun Siyonistler arasında çok tartışıldığına ve Eretz İsrail’in 1967 savaşında işgal edilen Filistin topraklarını –ki Gazze Şeridi de içinde yer alıyor- kapsayan bir ülke olduğunun genel kabul gördüğünü belirtelim. Ama Siyonistlerin tümünün Eretz İsrail’in bütününde bir Yahudi Devleti talebi olmadığını, kimilerinin bu ülkeyi Filistinlilerle paylaşmaya sıcak baktığını da vurgulayalım.1967’deki Altı Gün Savaşı ile topraklarını aşağı yukarı ikiye katlayan İsrail’de o tarihten itibaren gündeme “işgal altındaki toprakların durumu” geliyor. İki görüş ortaya çıkıyor. “Dini” olarak nitelenebilecek birinci görüşe göre, 67 zaferi Tanrı’nın bir lütfu olarak görülmeli ve bundan böyle Eretz İsrail’in tümden “Yahudileştirilmesi” sadece bir hak değil ayrıca dini bir görev olarak kabul edilmeli. Bu görüşe teorik olarak Siyonist olmayan “Ultra-Ortodokslar” da katılıyor. Böylelikle İsrail siyaset arenasında daha güçlü, daha sağda ve daha militan bir dini Siyonist grup ortaya çıkıyor. Bu grubu 70’li yıllardan sonra işgal edilmiş topraklarda koloni (Yahudi yerleşim birimleri) kurma faaliyetleri içinde görüyoruz. Bu noktada belki şu soruyu sormak gerekir: İsrail’in 1949 sınırları içinde bağımsız devlet olmasını tanıyan (dolayısıyla antisiyonist olmayan) demokratlar, Büyük İsrail hedefine ve işgal edilmiş topraklarda uluslararası hukuka aykırı faaliyetlere karşı çıkıyorlarsa “Yahudi Düşmanı” sayılabilirler mi?İkinci görüşü ise Başbakan Netanyahu’nun milliyetçi partisi Likud temsil ediyor. Likud için Eretz İsrail’e ulaşmak ve bu toprakları korumak Tanrı’nın inananlara verdiği bir ödev değil ama hem hak, hem de bir avantaj. Başka bir deyişle bu iki görüşün ortak noktasını işgal edilen Arap topraklarının iade edilmemesi oluşturuyor. İşte bu nedenle Menahem Begin’i 1977’de iktidara Likud ile dinci milliyetçiler arasındaki ittifak taşıyor. Bu ittifakın ideolojik temelinde de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin ilhakı bulunuyor.1942’de benimsediği Biltmore programı Filistin topraklarının bütününde bir Yahudi Devleti kurulmasını öngören ve 1949 sınırları tartışıldığı için bu projeden açıkça vazgeçmemiş olan İsrail solu ise 1967 savaşından sonra ikiye bölünüyor. Azınlık bir grup Büyük İsrail hayaline sadık kalırken, çoğunluk özetle şu ilkeyi savunmaya başlıyor: “Eretz İsrail hukuken Yahudi halkınındır. Ama Yahudi Devleti’nin demokratik olma zorunluluğu bunu mümkün kılmıyor. İçinde önemli bir Müslüman Arap barındıran ve işgal edilen topraklarla birlikte Yahudi olmayan nüfusu giderek artan bir devlet hem Yahudi devleti, hem demokratik hukuk devleti olabilir mi?”Sola göre, İsrail ilhak edebileceği tüm toprakları almalı ama bir kısmını kalıcı barış anlaşması karşılığı iade etmelidir. İsrail sağı bu tutumu şiddetle eleştiriyor ama örneğin Batı Şeria’nın yüzde 30’unu ilhak etmeyi öngören “Ygal Allon” projesi ve sol iktidar döneminde işgal edilen topraklarda Yahudi yerleşim birimleri kurulduğu göz önüne alınacak olursa, İsrail’de bizim anladığımız anlamda demokratik bir sol anlayıştan söz etmek de pek mümkün değil.Kabul etmek gerekir ki Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs uluslararası hukuka göre “işgal edilmiş topraklar” sayılıyor ve buralarda yerleşim birimleri kurulmasını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında bulunuyor. Dolayısıyla bu topraklarda Yahudilerin tarihi ya da dini hakları bulunduğunu iddia etmek uluslararası hukuka uymamak anlamına geliyor.Bu itibarla, İsrail hükümetlerinin başta insan hayatına mal olan askerî operasyonları olmak üzere uluslararası hukuka aykırı tüm eylemlerini, ayrıca hükümet ortağı yapılan köktendinci ve milliyetçi partilerinin yayılmacı emellerini eleştirmek, 1949’da tanınmış sınırları içinde var olma ve halkının güvenlik içinde yaşama hakkını yok saymak demek değil. Hele Yahudilerin lanetlenmesi insanlık görevi olan Nazi Almanyası’nda maruz kaldıkları soykırıma en ufak bir haklılık kazandırmak hiç ama hiç değil.

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik