Ana SayfaYazarlar“Tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte”

“Tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte”

 

Ali Bulaç 15 aydır hapiste. Mümtaz’er Türköne, Ahmet Turan Alkan, Şahin Alpay ve diğer birçok isim de öyle.

 

Yarın duruşmaları var. “FETÖ-PDY silahlı terör örgütü üyesi olmak”la suçlanıyorlar. İstenen ceza 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ve örgüt üyeliğinden 15 yıl hapis.

 

Suçlandıkları davanın iddianamesi, örgüt hiyerarşisi içinde, örgütün amaçları doğrultusunda algı oluşturmaya çalışmaktan söz ediyor. Ama bırakın istenen cezanın ağırlığıyla orantılı olmasını, herhangi bir suçun varlığını gösterecek tek bir somut delil yok dosyada.

 

Ali Bulaç’ın altı yazısı var mesela suç isnat edilen; ama sadece yazılara genel bir atıf var; hangi yazının hangi bölümü hangi açıdan suç teşkil ediyor, iddianame bundan bahsetmiyor.

 

Hukuk, savcının sadece şüphelinin aleyhine olan delilleri değil lehine olanları da toplamasını zaruri kılıyor. Ama bu da yok iddianamede.

 

Oysa bu yapılsaydı, Ali Bulaç’ın birçok yazısının 17-25 Aralık Operasyonu, Halkbank ve İran’a ambargo konusunda “FETÖ’nün örgütsel amaçları”yla hiç de örtüşmediği, örneğin ambargoyu delmenin meşru olduğunu vurguladığı,15 Temmuz’dan üç ay önce de “darbeye davetiye çıkarmak alçaklık” türü yazılar yazdığı da anlaşılacak.

 

Bulaç’ın hukuki temsilcisi bu yazıları da sunuyor ama lehine bir kanaat oluşturabilecek nitelikteki bu yazılara iddianamede yer verilmiyor.

Onun yerine,

“… görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları; şüpheli yazarların genel itibariyle de süreç içerisinde böyle bir duruş sergiledikleri…” türünden soyut suçlamalar var. Bu yönüyle iddianamenin kendisi bariz biçimde siyasi bir duruşu yansıtıyor.

 

Bu yazarlara yönelik siyasi eleştirilerin bir bölümüne ben de katılıyorum ama bunun da ceza hukukuyla ilgisi yok. Başka bir ifadeyle, bu yargının konusu olmamalıydı.

 

Hepsi bir yana, bu yargılamanın tutuklu yapılması gerekmiyor. Bir buçuk yıldır hapisteler; tekamül etmiş bir dosya söz konusu ve bu saatten sonra delilleri karartma gibi bir gerekçe de anlamlı görünmüyor. Özellikle de tüm deliller yazıkları yazılardan ibaretken.

 

Öte yandan bazılarının ciddi sonuçlar doğurabilecek sağlık sorunları da var.

Şahin Alpay 73 yaşında. “Sağlığım gittikçe kötülüyor” diye yazıyor mektubunda ve şöyle diyor:

“16 Kasım 2017’de Silivri Devlet Hastanesi’nde ilk kez kardiyolog muayenesine alındım. Muayene ve eforlu test sonucu fazla gecikmeden anjiyo olmam gerektiği söylendi… Silivri’ye girerken sağlığım iyi değildi, 15 ay sonra daha da kötüleşiyor.”

 

12 Eylül darbesinin elebaşı Kenan Evren darbecilikten mahkum edildiğinde, ilerleyen yaşı ve sağlık sorunları göz önüne alınarak, -ki bu makuldü- hapse atılmamıştı. Ama bugün Şahin Alpay, üstelik de henüz mahkum bile olmadan, sanık sıfatıyla hapiste tutuluyor.

 

“Giden gitti, esas somut suç isnat edilebilecek olanları ellerinden kaçırdılar, el önünde onlar vardı, onları buldular ve cezalandırıyorlar” diyor bir hukukçu arkadaşım.

On beş ay. Dile kolay. Hali hazırda bu tutukluluğun kendisi bir cezaya dönüştü.

 

Açık ki 17-25 Aralık hepimizin arasında derin bir fay hattı oluşturdu. Bizleri de politik olarak karşı karşıya getirdi. Bugün bu davada yargılanan bazı isimlere ben de kızdım uzun süre.

 

Ama hukuk böyle işlemez. O bir ruh haliyle hareket etmez; öfke ve intikam içermez. Adaletin gözlerinin bağlı olmasının bir anlamı da budur.

 

Ortada somut bir delil varsa ortaya koyar ve cezaları neyse verirsiniz. Ve dava sonuçlanıncaya kadar da insanları aylar yıllar boyu hapiste tutmazsınız.

Adil olan bu.

 

- Advertisment -