Ana SayfaYazarlarÜç yaşı küçümsemek kimin haddine

Üç yaşı küçümsemek kimin haddine

Üç yaş çocuğu dünyayı üç aşağı beş yukarı anlamıştır. Oyunlarını oynarken arkada da gözleri vardır, yetişkinlerin bütün konuşmalarını can kulağıyla dinleyip beklenmedik bir anda fikirlerini beyan edebilirler. Bu daha çok, “susun bağırmayın!” uyarısıyla kendini gösterir. Çoğu kez ortamı germektedir gelen sesler.Seni perşembe günü alacağız denilip de bize bırakıldığında mutlulukla oynamaya başladı ilkin. Legolardan dünyanın en uzun ve renkli kulesini yaptı. Sonra bir hamlede devirip yerine küçük gemiler inşa etti. Ertesi gün suluboyayla fazla dal budak salmayan bir ağaç yaptığında, yaprak eklemesini hatırlatınca, “hayır” dedi “bu kızgın bir ağaç.” Bir şeylere kızmaya başlamıştı. Kamyonu hızla sağa sola sürdü renkli halkaları etrafa saçtı. Bir dakika başka odaya geçsem “seni göremiyorum” diye sesleniyordu. Duyduğu her şeyi tekrarlayarak bu dünyanın hangi kelimeler etrafında döndüğünü anlamaya çalışıyordu öte yandan. Sonra yerli yerinde kullanıyordu sihirbaz gibi.Pencereden seyrettiği içi insanlarla dolu belediye otobüslerine binmek en büyük arzusu. Durakta beklerken hiç kıpırdamadı bile, gerektiğinde sağa sola kaçmadan yaramazlık yapmadan sabırla bekleyebiliyor. Sabırlı dirayetli kararlı ve fedakâr. Basamakları tırmanıp insanlara karışınca ayakta sağa sola savrulsak da bir ara boğulur gibi olsa da çok mutluydu. İnsan canlısı.Gece üçte tam imsak vakti uyanıp süt istiyor. Rüya görmüşse gözünü hiç açmadan gerçekmiş gibi anlatıp yatıyor. Yatakta biberonuyla küçücük bir tırtıl gibi kıvrılıp yatmış bebeğin sayısız kelime bildiğine, iyi doğru ve güzelden anladığına, kalabalık bir grup halinde ötüp duran kargalara “karga bey! beni uyandırıyorsunuz, benim uyuyup büyümem gerek” dediğine inanamıyor insan.Öğle uykusuna yatarken mavi kırmızı kamyonu getirip yanına ya da ayak ucuna koyuyoruz o da süt içiyor. Buna inanmıyor ama bu davranışlarımızı olgunlukla karşılayıp inanmış görünüyor. Bir de uğur böceği var plastik küçücük kırmızı. Onu mutlaka yanına alıp yastığın altına koyuyor. Kaybolunca arıyoruz deli gibi. Neyse ki her seferinde bulabiliyoruz. Yastıklardan kılıfı çiçekli olanı istemişti. Çiçek desenlerinin üstüne yatmayı çok seviyor çünkü. Verilen sözler bu kadar mı iyi takip edilir, vaatlerini yerine getirmeyen adamları bir daha ciddiye almaması olağanüstü.Annesini sözümona hiç aramadı. Sadece günde birkaç kez “bugün perşembe mi?” diye soruyordu. Belli ki  perşembeyle doluydu zihni. Düşünce canı yansa da uzatmadan kalkıyor, arada sırada bak kolumdaki yanık iyileşmedi diyordu. Küçücük kollarıyla sımsıkı sarılmasının sayısız manalarını, paha biçilmez değerini yaşamadan anlamak imkânsız. Bunu kaçıran işkolik çok meşgul babalar yaşamlarındaki fakirliğin farkındalar mı acaba?Bir yürüyüş yapalım dedik kara kışa aldırmadan. Yolumuz yokuş yukarı, üzerindeki giysiler en az bir kilo. Hemen kucak istedi ya oralı olmadım. Dönüşte hafriyat kumu olan bir yerden geçiyorduk. Ayağımız kayıp yuvarlanır gibi olunca burası kıyıcı (kayıcı demek istiyor herhalde) el ele tutuşalım dedi, el eleydik zaten, bırakmayalım manasına demek.Sonra binaların gölgelerini aşıp bizi buldu kış güneşi. Gözü kamaştı bakamıyordu. Bir laf edecek kızacak şimdi derken, peş peşe sıraladı görüşlerini, “güneş sen benim gözümü ısıttığın için teşekkür ederim. Güneş senin ışıkların var ama gözün yok bizi göremiyorsun, büyüyünce gözlerin çıkar o zaman bizi görebilirsin. Güneş sırtımızı ısıttın teşekkür ederim.”Sonra gökyüzünden hızla geçen, farklı yönlere giden jetlerin yaptığı dumanımsı koyu izleri gördü. “Bu fırtınlar da ne, parka kaçalım, fırtın yapıyorlar” diye bağırmaya başladı. Gittiği yuvadaki çocukların isimlerini sayıyor hepsine parka kaçmasını söylüyordu. “Kuşlara bir şey yapamazsınız kaçar onlar” diye haykırıyordu. “Minare sen korktun mu fırtın geçerken” diye sorarak çizgi filmlerdeki gibi dumansı izlere doğru “Sen Suçlusun! Ateş! Suç!” diye bağırmaya başladı.

- Advertisment -