Ana SayfaYazarlarYüzde kırk dokuz buçuk

Yüzde kırk dokuz buçuk

Demokratik seçimlerle iktidara gelen ilk başbakanın asıldığı bir ülkede, “yargılanacaksınız” sloganı üzerinden bir seçim kampanyası yürütmek cesaret isteyen bir marjinal delilik hâli olmalı normalde, Türkiye'de olmuyor. Mevcut cumhurbaşkanının yargılandığı, hapse atıldığı bir eski Türkiye fikrini savunanların “hiç mi ders almadınız” sorusuna muhatap olması gerekiyor normalde. Lakin Türkiye'de bu olmuyor.

 

Mazisinde uzun bir darbeler ve o darbeleri destekleyen “ilerici” entelektüeller tarihi yatan bir ülkede, siyaset dışı yöntemleri sopa gösterip, nefret saçmayı solculuk, liberallik, demokratlık sanmak, kötü bir fikir olmalı normalde, Türkiye'de olmuyor.

 

Oy oranı %40 ila %50 arasında sörf yapan bir partinin seçmenlerine uzaydan gelen işgalciler muamelesi yapmak, sokaktaki iki kişiden birini kendi istediği partiye oy vermediği için sürü, faşist, kötü diye aşağılamanın aslında ırkçılık olduğunun bilinmesi gerekiyor normalde. Ancak Türkiye'de bilinmiyor.

 

Dünya literatürüne birkaç istisna dışında katkı sunamamış, dedikoduyu akademik üretim, tembel slogancılığı cool Fransız entelektüel pozu sanmak meczupluk olarak görülmeli normalde. Ama Türkiye'de görülmüyor.

 

Peki neden? Nasıl olur da muasır medeniyetin yerli şubesi olmayı tekeline almış bir söylem sadece kendi yeşerdiği ülkeden değil, dünyanın geri kalanından bu kadar kopuk olmayı ve kalmayı başardı?

 

Kapalı bir sınıf biçimi ile kendi çocuklarına, diğerlerine karşı ayrımcılık yapan, al gülüm ver gülüm network'ünün kol kırılır yen içinde kalır mantığı ile en radikallere bile anaakımda yer açan, kendi kimliğinin çıkarlarını sadece ortak iyiye değil, meslek etiğine tercih eden bir klan mantığı sayesinde. Kendi geçmişi ile hiçbir zaman dürüstçe yüzleşmeyen, devleti yüzleşmeye çağırırken, kendi günahlarını sildiğini zanneden bir narsist yanılgı sayesinde.

 

Lakin yalanla yaşanmıyor, gerçek bazen usul usul yaklaşarak, bazen nahoş darbelerle kendini göstermeyi seviyor.

 

Türkiye'de sandık çoğu zaman bu işlevi görüyor. Bir hayal dünyasında, kendi mutlak doğrusunun illüzyonunda yaşayan aydın sınıfı için bir uyandırma servisi işlevi görüyor.

 

Türkiye'nin “geri kalmışlığını” açıklamak için sınıfçılık, İslamofobi ve ırkçılık dışında ideolojik mühimmat çantasında bir alet olmayan bir hakim kalemiye sınıfın geri kalmışlığı bu seçimle bir kere daha tasdiklendi.

 

Türkiye'de bir kesim entelijansiya kendi kendini tasfiye ediyor. Ezberleri, nefreti, dogmatizmi ile kendi kendisini tarihin çöplüğüne gönderiyor.

 

İdeoloji siyasi güç ilişkilerinden bağımsız düşünülemez, siyasi güç yaygın değerleri belirler, şekillendirir.

 

Sosyalizmin berbat bir fikir olduğu konusundaki konsensüs sadece fikri mücadele sonucunda oluşmadı, Sovyetler'in çökmesi ile neredeyse bir zaruret hâline geldi.

 

Türkiye'de askerî vesayetin çökmesi ile oluşan bir yenilenme ihtiyacı Türkiye entelijansiyasında da kendini gösteriyor.

 

Sırtını önce askere, sonra cemaat adı verilen bir derin devlet yapılanmasına dayayan ve hatta PKK gibi karanlık ve ceberut bir silahlı örgütten medet ummaya kadar varan bir entelektüelden ziyade borazan sınıfı yeni Türkiye'nin, yeni mesajını görmek zorunda.

 

Zira meşruiyet ve demokrasi ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmeyi bekliyor.

 

Yüzde kırk dokuz buçuk, sadece mecliste değil, hayatın her alanında yüzde kırk dokuz buçuk temsil istiyor.

 

Medyada, akademide, sanatta, beyaz Türk mahallelerinde.

 

Birbirine hem benzeyen, hem de farklılaşan, hem yeni, hem kadim bir dalga statükoyu yıkmak istiyor.

 

Dedesinin oy verdiği partiye oy vermekten utanmayan, lakin dedesine her konuda da katılmayan bir kesim, biz de buradayız diyor.

 

Bu nesil, anne ve babası kadar uysal değil, dedesi kadar sabırlı değil burası doğru.

 

Dedesinin oy verdiği adamı asanlara sempati besleyen, babasının sevdiği adamı yargılayanları destekleyenlerin domine ettiği bir tedrisattan geçen yeni bir nesil, anne ve babasının yetindiği ile yetinmek istemiyor. “Öz vatanında parya” olmak istemiyor. Eşit statü talep ediyor.

 

Ve buna direnmenin tek sonucu çatışmayı sertleştirmek oluyor.

 

Oysaki, sosyolojiye direnilmez sözünü başarısız Kemalist öğretmenlerinizden öğrenmeniz gerekiyordu…

 

Başka bir yol ise her zaman mümkün. Bu nesle, bu ülkenin en az diğer kısmı kadar bu ülkenin sahibi, parçası ve rengi olan bu nesle daha farklı bir yaklaşım getirmek mümkün.

 

Onun yolu ise kendini kandırmaktan, yine suçu başkasına atmaktan değil, yüzleşmekten geçiyor.

 

Kurucu babalar ile yüzleşmekten, melankolide teselli bulmak yerine gerçekle temas etme cesaretini göstermekten ve elbette demokratikleşmeden…

 

- Advertisment -