Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKararlarının objektif etkisinin önemine dikkat çeken AYM, AİHM kararlarının objektif etkisini ne...

Kararlarının objektif etkisinin önemine dikkat çeken AYM, AİHM kararlarının objektif etkisini ne kadar önemsiyor?

Türk hukuk tarihinin en büyük kazanımlarından ve reformlarından biri olan hak ihlallerine karşı bireysel başvuru hakkını gelecek nesillere etkili ve başarılı şekilde aktarmalıyız ve kararların objektif etkisini hayata geçirmeliyiz. Hak ihlali kararlarının objektif etkisine subjektif bakan kimse kalmasın. Bence zor değil.

12 Eylül 2010 referandumu ile hak ihlalleri karşısında Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuru hakkı tanınmıştı. Gerekli mevzuat düzenlemeleri sonrasında 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren de fiilen bireysel başvuru yapılabilir hale gelmişti. 23 Eylül 2022 tarihinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun 10. yılı vesilesiyle “Türkiye’de Bireysel Başvurunun 10. Yılı Uluslararası Konferansı” düzenlendi ve AYM Başkanı Zühtü Arslan bir konuşma yaptı.

01 Kasım 2022 tarihinde ise Trabzon’da “Anayasa Mahkemesinin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi”, AB-Avrupa Konseyi Ortak Projesi kapsamında “Anayasa Mahkemesinin Kararlarının Etkisine İlişkin Bölge Toplantısı” gerçekleştirildi ve Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan burada da bir konuşma yaptı. Trabzon’daki toplantının adından da rahatlıkla anlaşılabileceği üzere proje Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından sağlanan fonlarla gerçekleştiriliyor, Avrupa Konseyi tarafından uygulanıyor ve nihai faydalanıcısı da Anayasa Mahkemesi. (https://www.coe.int/tr/web/ankara/supporting-the-effective-implementation-of-turkish-constitutional-court-judgments-in-the-field-of-fundamental-rights). Elbette kamu kurumlarının fon kullanmasında, hatta fonların çoğunluğunun kamu kurumlarınca kullanılmasında bir sakınca görmüyoruz. Yazımızın konusu da bu değil. Ancak fon kullanılmasına alerjisi olanlar için bir parantez açmak istedik.

Yazımızın konusu çok iyi bir hukukçu ve özellikle Anayasa Hukukunda duayen kabul edilen Anayasa Mahkemesi Başkanının 10. yıl konferansıyla Trabzon’daki bölge toplantısında yaptığı içeriği benzer konuşmalarda yer alan “bireysel başvurunun objektif etkisi”. Yıllardır hak ihlalleriyle ilgili birçok faaliyette ve duruşma salonlarında müvekkillerim adına savunma yaparken bizzat gündeme getirdiğim bir konudur “objektif etki”. Bazı sorular soralım ve cevaplar arayalım istiyoruz.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan konuşmaları kapsamında bireysel başvurunun, Türk hukuk tarihinin en büyük kazanımlarından ve reformlarından biri olduğunu belirtiyor, bireysel başvuruyu gelecek nesillere etkili ve başarılı şekilde aktarmanın herkesin ortak borcu olduğunu vurguluyor, hukuk devleti tanımına yönelik açıklamalarda bulunuyor ve şöyle devam ediyor: “Bir toplumun geleceği yargının çok iyi işlemesine bağlıdır. Hakimin, bağımsız ve tarafsız bir şekilde uyuşmazlıkları çözme kabiliyetine ve kapasitesine bağlıdır. Tam da bu nedenle hakim, Mevlana’nın gözünde bir rahmettir, kıyametteki adalet denizinin bir damlasıdır.

Zühtü Arslan Mahkemede yaklaşık 123 bin derdest başvuru olduğunu şu şekilde açıklıyor: “Anayasa Mahkemesi 15 üyeden oluşan, 100’ün biraz üzerinde raportöre sahip olan bir mahkeme. Bugün itibarıyla 123 bine yakın bireysel başvuru var Anayasa Mahkemesi’nin önünde. Dünyanın hiçbir anayasa mahkemesinde, hiçbir uluslararası insan hakları mahkemesinin önünde bu kadar başvuru yok.” Bu cümleler Anayasa Mahkemesi adına çok üzücü ama asıl yurttaşlar adına üzücü. Konuşmaların satır başlarından devam edelim.

Konuşmalarında, bireysel başvurunun ikincil nitelikte olduğuna ve objektif etkisinin kamu kurumları tarafından çok iyi anlaşılması ve uygulanması gerektiğine değiniyor ve objektif etkiyle ilgili şunları söylüyor: “Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda tek tek sivrisinekleri öldürmek suretiyle bir mücadele yürütemez. Yapılması gereken hak ihlaline sebep olan bataklığın kurutulmasıdır. Bunun için de bireysel başvurunun objektif etkisinin kamu kurumları tarafından çok iyi anlaşılması ve uygulanması gerekir. Yeni bir ihlalin ortaya çıkmasını, yeni bir başvurunun yapılmasını beklemeden Anayasa Mahkemesinin tespit ettiği ilke ve esaslar hayata geçirilerek ihlallerin önünün kesilmesi gerekir.”

ZühtüArslan buifadeleri ile aslında yargı sistemimizdeki çok önemli bir noktaya değinerek derece mahkemelerinin ve kurumların, AYM tarafından tespit edilen ilke ve esaslara riayet etmesi yoluyla, yani bireysel başvuru kararlarının objektif etkisi ile ülkemizde bireysel başvuru sayılarındaki bu fazlalığın önüne geçilebileceğini işaret ediyor, zımnen de olsa derce mahkemeleri ve kurumların objektif etkiye riayet etmediklerini söylüyor. Objektif etkiye uyulsa 123 bin bireysel başvuru Anayasa Mahkemesinde birikmezdi herhalde.

Nitekim konuşmalarında şunları da söylüyor: “Yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamları, ihlali gidermekle yükümlü olan makamlar, kamu gücü kullanan organlar, Anayasa Mahkemesi’ne yeni bir şikayetin olmasını, gerçekleşmesini beklemeden hak ihlalinin kaynaklarını kurutmak durumundadırlar. Yargı organlarımız, mahkemelerimiz, yeni bir başvurunun yapılmasını beklemeden Anayasa Mahkemesi ihlal kararlarında ortaya konan ilkleri ve esasları göz önünde bulundurarak kararlarını vermek durumundadır. İdari makamlar, idari işlemler yaparken anayasa mahkemesinin bireysel başvuruda verdiği ihlal kararlarının, bu kararların gerekçelerini, kararda ortaya konulan ilkeleri ve esasları dikkate almak durumundadırlar. Bunu yaptığımız takdirde biz yeni başvuruların dolayısıyla da yeni ihlallerin ortaya çıkmasını önleyebiliriz.”

Öncelikle en kolayından başlayalım, “Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararları bağlayıcı mıdır?”, “Bireysel başvuru kararlarının etkileri nelerdir?” sorularını sorup cevabını arayalım.  Anayasamızın 153. Maddesinin son fıkrasının “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” şeklindeki açık hükmü gereği, evet, Anayasa Mahkemesi ihlal kararları bağlayıcıdır ve tüm idari erkleri, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bu bağlayıcı kararların uygulanması ise hem başvurucu ve ihlale sebebiyet veren kamu makamı açısından hem de genel anlamda, benzer durumda olup benzer ihlaller yaşayanlar açısından etki “doğurmalıdır” (doğurmaktadır yazamadık). Bireysel başvuru neticesinde verilen ihlal kararlarının ve gerekçesinin başvurucu ve ihlale sebebiyet veren kamu makamı yönünden bağlayıcı olmasına subjektif etki (inter partes); genel bağlayıcı niteliğe sahip olmasına, diğer bir ifade ile sadece başvurucu açısından değil, benzer durumda olanlar açısından da uygulanmasına ise objektif etki (erga omnes) denilmektedir. [Bireysel Başvuru Kararlarının Subjektif ve Objektif Etkisinin İdari Yargı Yönünden İncelenmesi, Yılmaz AKÇİL, Anayasa Yargısı, Cilt 39, Sayı 1, (2022), s.1-45]

Bu defa zor bir soru soralım: “Zühtü Arslan’ın muhatabı sadece derece mahkemeleri ve kurumlar mıdır?” Bu zor soruya iki aşamalı bir cevap verelim. İlk ve kolay cevap olarak, evet, derece mahkemeleri ve kurumlar AYM kararlarının bırakın objektif etkisini, subjektif etkisini dahi uygulamaktan imtina ediyorlar ve ilk muhatap elbette onlar. AYM’nin Berberoğlu kararı sonrası yaşanan tartışmaları hatırlayalım. Dr. Günal Kurşun’un AYM kararına rağmen neden hala avukatlık yapamadığını da soralım. Hala neden mahkeme kararı olmadığı halde pasaport engeliyle karşılaşan kişiler olduğunu sorgulayalım. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkıyla ilgili AYM kaç karar verdi ve kolluk ne yapıyor diye bakalım. Kurumların nasıl hukuku arkadan dolandıklarını, derece mahkemelerinin hak ihlaline konu kararlarını değiştirmemek için ne muazzam hukuk yorumları yaptıklarını örneklendirmeye gerek yok bu aşamada.

Sorunun zor cevabına geçelim. Zühtü Arslan’ın bir muhatabı da başkanlığını yaptığı Anayasa Mahkemesi olmalı değil midir? Herkes önce kendi evinin önünü temizlemeli değil midir? AYM ne mi yapmalı? Bir soruyla cevap verelim. AYM kararlarının objektif etkisi olmalı da AİHM kararlarının olmamalı mı? AİHM’in hak ihlali kararlarının objektif etkisini ilk dikkate alması gereken yargı mercii hangisidir sizce? Anayasa Mahkemesi değil midir?

Sormaya devam edelim. AİHM şimdiye kadar içlerinden ikisi eski AYM üyeleri olan 877 yargı mensubunun 15 Temmuz sonrası tutuklanmalarıyla ilgili özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine ve her birine asgari 5 bin avro tazminat ödenmesine karar verdi. AİHM yargı mensuplarıyla ilgili suçüstü halinin bulunmadığını, suçüstü kavramının öngörülebilir olmadığını ve tutuklamaların kanuni olmadığını net bir şekilde kararlarına yansıtırken, her biri daha önce AYM tarafından reddedilen başvurularda başka bir ülkenin kanunlarına göre mi inceleme yapılmıştı? AİHM’in yargı mensuplarıyla ilgili daha önce verdiği çok sayıda ihlal kararının (Örneğin Kayasu/Türkiye, Özpınar/Türkiye, Baka/Macaristan vb.) objektif etkisi AYM için geçerli değil miydi? AİHM’den çıkacak 877 ihlal kararına gerek var mıydı?

Benedik/Slovenya kararında AİHM kimlik bilgilerini de kapsayacak şekilde internet trafiğine ilişkin verilerin korunmasının mahremiyet beklentisinin bir parçası olduğunu; yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 8. maddesindeki özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirileceğini belirtti. Bu demektir ki, AİHS 8/2. maddesindeki kanunla koruma, orantılılık, müdahalenin mahkeme kararıyla olması gibi bu hakkı koruyan prensiplere riayet edilmeden kimlik bilgileri de dâhil internet trafik bilgilerine ulaşılması Sözleşmenin ihlalidir. AİHM’in bu kararının objektif etkisini AYM önüne gelen ByLock dosyalarında ya da ankesör dosyalarında görebildik mi? Görebilecek miyiz?

AİHM’in Atilla Taş, Yasin Özdemir, Selahattin Demirtaş kararlarında terör örgütü üyeliğine yönelik derece mahkemelerinin uygulamalarındaki öngörülemezliğe yönelik eleştirilerinin objektif etkisini AYM kararlarında görebilecek miyiz? AİHM’in Taner Kılıç kararının objektif etkisini yakın tarihimize görebilmeyi umalım mı?

Daha zor bir soru soralım mı? AYM kararları objektif mi? AYM’nin çok sayıda bireysel başvuru kararında bahsettiği “çelişkili yargı kararlarının adil yargılanma hakkını ihlal etmesi” hali veya AYM kararlarında geçen ifadesiyle “aynı maddi olaya dayanılarak açılan davalarda farklı sonuca ulaşılması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmesi” durumu,AYM’nin kendi kararları açısından da sorgulanmalı değil mi? AYM’nin çelişkili kararlarına örnekler verelim mi?

AYM, MİT’in istihbari faaliyetler çerçevesinde elde ettiği bilgilerin sadece istihbari amaçlarla kullanılabileceği, bu bilgilerin devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk haricinde adli soruşturma ve kovuşturmalarda kullanılmasının hukuka uygun olmayacağı şeklinde özetlenebilecek ifadeler içeren bir karar vermiş midir (AYM 30/12/2015 T., 2014/122 E., 2015/123 K. sayılı kararı)? Bu kararın objektif etkisi en azından diğer AYM kararlarında olmuş mudur, olacak mıdır?

AYM’nin Yankı Bağcıoğlu vd. (kamuoyunda bilinen adıyla İstanbul askeri casusluk davası) kararında (B.No: 2014/253) Genelkurmay Başkanlığı devlet sırrı niteliğindedir dese de yargılamaya konu dijital verilerin sanıklar ve vekilleriyle paylaşılmaması silahların eşitliği ilkesini ihlal etmiştir şeklinde özetlenebilecek kararının objektif etkisini AYM’nin diğer kararlarında görebiliyor muyuz, görebilecek miyiz?

Kamuoyunda bilinen adıyla Balyoz davasına yönelik Sencer Başat ve diğerleri başvurusunda AYM, gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesine yönelik “Savunmaların dayanağını oluşturan ve dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaaları gözetildiğinde, önemli ölçüde, dijital veri ve içeriklerine dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesi, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve makul olarak değerlendirilemez.” diye karar vermişken Ferhat Kara başvurusunda nasıl oldu da ByLock iddiasına dayanak verilerle ilgili tutarsızlıkların esas olmayan farklılıklar olduğunu kararına yazabildi? Hangi hataların esaslı hangilerinin esaslı olmadığı hangi uzman görüşüne dayanarak ayırt edebildi?

Bir de sade vatandaş olarak Anayasa Mahkemesine bakalım isterseniz. Üyelerinin seçim yöntemlerini tartışalım? Daha önce bir siyasi parti bünyesinde görev üstlenmiş üyelerin ya da savcılığını yaptığı dosyalarda hak ihlali olup olmadığını inceleyen üyelerin ne derece objektif olabileceğini mi konuşalım? Nereden başlayalım?

En azından hemfikir olduğumuz çok nokta var. Türk hukuk tarihinin en büyük kazanımlarından ve reformlarından biri olan hak ihlallerine yönelik bireysel başvuru hakkını gelecek nesillere etkili ve başarılı şekilde aktarmalıyız ve kararların objektif etkisini hayata geçirmeliyiz. Hak ihlali kararlarının objektif etkisine subjektif bakan kimse kalmasın. Bence zor değil.

- Advertisment -