Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkezli depremin yol açtığı felaketi izlerken, asıl meselenin çürük binalar olduğunu görüyoruz. Dramatik olan noktalardan birisi de hastanelerin, okulların, devlet dairelerinin de bu çürük binalar topluluğu içinde yer alması. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından yapılan tartışma ve araştırmalar sonucunda şu sloganı benimsemiştik. “Deprem öldürmez bina öldürür.” Bu saptamanın ışığında, sıcağı sıcağına çok sıkı inşaat yönetmelikleri, kanunlar hazırlandı. Kentsel dönüşüm projeleri geliştirildi. Bu yönetmeliklere uygun binalar yapılması için birtakım çalışmalar yürütüldü. Binalar inşa edildi. Sonra ne oldu? Devletin kayıtlarına göre binaların üçte birine yakını hâlâ depreme dayanıksız. Üstelik bu yönetmeliklerden sonra yapılmış binaların da depreme dayanamadıklarını görüyoruz.
Her an depremle karşılaşacağımız belli. Üstelik İstanbul ve çevresinde 7’nin üstünde depremler olabileceği bilim insanları tarafından sürekli dile getiriliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre ülkemizdeki 22 milyon konutun 6-6.5 milyonu depreme dayanıksız. Yani 3-4 binadan birisi çürük. Demek ki, önce devlet, sonra yurttaşlar ihmalci davranıyor. “Boşvercilik” yürürlükte. Bunun bedelini hep birlikte ödüyoruz.
Şimdi yardım ve kurtarma zamanı
Öncelikle yıkıntılar altında kalan yurttaşlarımızı kurtarmanın derdindeyiz. Ancak kurtarma çalışması çok zor yürütülüyor. Deprembilimci Prof. Naci Görür’ün uyarılarının haber olmaktan öte dikkate alınmadığı ortada. Yollar yıkılan binalarla kapanıyor, ulaşım sağlanamıyor, pisti yarılan iki havaalanı kullanılamıyor.
Büyük bir deprem olursa kurtarma çalışması nasıl yapılacak hiçbir prova gerçekleştirilmemiş. Çok katlı apartmana yangın merdiveni yetişmiyor, açıkta kalan depremzede için bez çadırdan başka barınak ortalıkta görünmüyor. Hastane acil servisleri de yıkılıyor. Depremden kurtulan nerede barınacak? Türkiye teröre karşı güvenlik önlemlerini en üst seviyede tutarken, depreme karşı can güvenliği için hangi hazırlıkları planlamış bu hiç konuşulmamış.
Seferberliği bu konuda güçlendirmeliyiz. Korkunç bir soğuk altında insanlarımızı koruyacak tedbirler almalıyız. Hepimizin gözü kulağı soğukta kalan, beton yığınları altında kurtarılmayı bekleyen canlarımızda. Sonra bu felakete maruz kalan yurttaşlarımızı sahiplenmeli, onların bu travmayı atlatabilmeleri için yardımcı olmalıyız.
Sonra özeleştiri ve çözüm
Tabii daha önemli olan, sağlam binalar meselesini yeni baştan tartışmaya açmalıyız. Bu konudaki zaaflarımızı, hatalarımızı, kuralsızlığımızı gözden geçirmeliyiz. İstanbul bu açıdan büyük bir tehdit altında.