Serbestiyet’te aynı gün (9 Temmuz 2023) iki haber:
Haberlerden ilki, Hürriyet’ten alınmış. İçişleri Bakanı, Hürriyet’e konuşmuş ve “düzensiz göçmenler” hakkında net mesajlar vermiş:
“Sadece İstanbul’da değil 81 ilde düzensiz göçle mücadele ediyoruz. Son bir hafta içinde önlemleri ve çalışmaları arttırma yönünde adımlar atmaya başladık. Bunu sürdüreceğiz. Düzensiz göçle mücadele kapsamında bu yabancılar tespit edilir, yakalanır ve sınır dışı edilir. Bizim yaptığımız da bu.”
Söyleşiyi yapan Ahmet Hakan, bakanı bu noktada çok kararlı görmüş. Bakan da zaten 5 aylık süre içinde gözle görülür bir farklılaşmanın yaşanacağı müjdesini vermiş!
Hürriyet haberi “Talimat verdik gönderiyoruz” diye manşete çekmiş. Serbestiyet’in başlığı ise meselenin bam teline basmış: “Muhalefet vaat etmişti, iktidara nasip oldu” (https://serbestiyet.com/haberler/muhalefet-vaat-etmisti-iktidara-nasip-oldu-yerlikaya-talimat-verdik-gonderiyoruz-135220/)
Siyasi ve ahlaki zikzaklar
Gerçekten adına ne derseniz deyin; ister sığınmacı, ister göçmen, ister mülteci, çeşitli zorlayıcı sebeplerle ülkelerinden kopup Türkiye’ye gelen ve burada yeni bir hayat kurmak adına bin bir güçlüğe göğüs geren insanları doğrudan hedef haline getiren bir söylem, daha ziyade muhalefetin diliydi. Öyle ki “Suriyelileri göndermek”, muhalefetin en gözde seçim vaatlerinden biri olmuştu. Bilhassa, cumhurbaşkanlığı seçimlerin ikinci turuna gidilerken muhalefet, bütün kampanyasını sığınmacıları topa tutmak üzerine kurmuştu.
İktidar ise, bazı eksiklikleri/hataları olsa ve içinden kimi çatlak sesler çıksa da müspet anlamda kararlı bir tavır içerisindeydi. Seçime yaklaştıkça muhalefetin sığınmacılar üzerinden milliyetçilik ateşini harlamasına rağmen iktidar, sığınmacıları koruyan ve kollayan bir tavırdan vazgeçmedi.
Sığınmacı karşıtlığı, muhalefete seçim kazandırmadı. Sığınmacıların yanında durmak da iktidar kaybına neden olmadı. Dolayısıyla iktidarın bu olumlu tavrını derinleştirerek sürdürmesi beklenirdi.
Ne var ki beklenen olmadı; muhalefet iktidara yaklaşacağına, iktidar muhalefet doğru yol almaya başladı. Daha önce muhalefet sözcülerinin ağzından duymaya alıştığımız ifadeler, artık iktidar temsilcileri tarafından telaffuz edilir oldu. Nitekim İçişleri Bakanı’nın sözleri, seçim öncesinde muhalefetin kullandığı sözleri aratır tonda!
Hülasa iktidarda bir hat değişikliği görülüyor; elbette bunu açıklamak babında türlü gerekçelere sığınılabilir. Mesela, tabandan gelen itirazların artığı belirtilebilir, iktidar içi denge arayışlarının yansıması olduğuna değinilebilir, toplumdaki gazı almak veya sahayı tamamen muhalefet bırakmama gayreti olduğu söylenebilir, vs. Lakin hiçbir gerekçe, bunu meşrulaştırmaz. Türkiye’nin mülteci, göçmen veya sığınmacı sorunu, ahlaki ve siyasi zikzaklarla çözülmez, çözülemez.
“Mülteciler misafir değil, bizim bir parçamız”
Peki, nasıl çözülür? Ya da çözüm kapısını açmak için ilk yapılması gereken nedir?
Bu sorunun cevabı için de Serbestiyet’teki ikinci habere bakmak gerekiyor. İzzet Akyol, iki yıl önce Hollanda siyasetinin parlayan yıldızı Sigrid Kaag’ın bir portresini kaleme almıştı. Hollanda’da hükümetin, göçmenlerle alakalı problemlerden ötürü çökmesinin ardından Serbestiyet bu portreyi tekrar hatırlattı. (https://serbestiyet.com/haberler/portre-hollanda-siyasetindeki-borgen-dizisinin-basrolunde-sigrid-kaag-135169/)
Hollanda’da da bir göçmen sorunu var. İktidardaki dörtlü koalisyon, bu bağlamda, sığınmacılara ve konut piyasasında krize yol açan göçmenlere karşı yeni önlemler getirmek için kolları sıvadı. Ancak koalisyon partileri arasında bir anlaşma sağlanamayınca, hükümet çöktü. Önlemlere karşı çıkanlardan biri de koalisyon ortağı D66 Partisi’nin lideri ve Maliye Bakanı olan Kaag’dı.
Kaag, Arafat’ın ilk kabinesinde Sağlık Bakan Yardımcısı olarak görev yapmış, Filistinli Müslüman bir diş hekimi ile evli; çiftin hem Hıristiyan/Batı hem de Müslüman/Doğu kültürlerinde ortak olan Meryem/Mariam ve Adem/Adam gibi isimler taşıyan dört çocuğu var. Eski bir diplomat olan ve Arapça da dâhil 6 dil bilen Kaag, 2020’de başına geçtiğinde yerlerde sürünen D66’yı kısa sürede toparladı ve bir yıl sonra yapılan seçimlerde partisini ikinci sıraya oturttu.
Kaag’ın farklı alanlardaki dikkat çekici görüşleri için Akyol’un yazısına müracaat etmenizi salık veririm. Ben, onun özellikle mülteci meselesindeki duruşunu aktarmak istiyorum. Maalesef, her yerde olduğu gibi, Hollanda’da da mültecilere yoğun tepkiler gösteriliyor. Sol partilerin dışında kalan partilerin çoğu ilticaların sınırlandırmasını istiyor. Kaag ise, bu anti-mülteci dalgaya karşı duruyor ve mültecileri hiçbir tereddüde yer bırakmayacak açıklıkta sahipleniyor:
“Her şeylerini geride bırakarak yeni bir hayat kurmaya çalışan bu insanlar burada misafir değiller; burada oturmak istedikleri sürece onlar artık bizim bir parçamızdır. Hollanda dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Gerek Hollanda’daki gerekse başka ülkelerdeki mültecilere ayıracağımız kaynaklarla bu ülke batmaz. İnsansak insanlığımızın gereğini yapacağız, boynumuzun borcudur.”
“Özgürlük insanların kendi tercihlerini yapabilmesidir”
Akyol’un yazısından anladığım kadarıyla, Kaag’ın yaklaşımını biçimlendiren iki sütun var:
Birincisi, gerçekçiliktir. Mültecileri, gelip geçici, yarın ertesi gün memleketlerine dönecek olan kişiler olarak görmüyor ve onların “misafir” olmadığının altını çiziyor. O nedenle “göndereceğiz”, “davulla zurnayla memleketlerine yollayacağız” gibi akla ziyan bir dile tevessül etmiyor. Mültecilerin toplumun bir parçası olduklarının kabullenilmesini ve siyasetin de buna göre tanzim edilmesini istiyor.
İkincisi ise, insan haklarını merkeze koymaktır. Ne yazık ki; bugünün dünyasında hemen her ülkede özelde mültecilere, genelde ise kendi gibi olmayan herkese nefret kusmaktan öte bir işi, işlevi ve anlamı bulunmayan siyasetçiler ve siyasi partiler var. Medeniyet dışı bir çizgi bu ve bu çizginin yarattığı/yaratacağı tahribatlar ise ancak tavizsiz bir insan hakları savunuculuğuyla engellenebilir veya asgariye çekilebilir.
Misal, Hollanda’da bu medeniyet dışı çizgiyi temsil edenlerin başında da sağcı/ırkçı Geert Wilders geliyor. Wilders, her fırsatta Müslümanlara ve başörtüsüne saldırıyor. Evrensel ölçekteki bir tecrübeyle sabit ki, alttan alan, yumuşatmaya veya tevil etmeye çalışan ve ayrımcılığa taviz vererek onu yatıştırmaya çalışan bir siyasetle Wilders gibilere karşı başarı elde edilemez. Onlara hak ettikleri cevaplar, sadece insan haklarına argümanlarına dayanılarak verilebilir. Kaag da bunu yapıyor ve Wilders’e de dersini vermekten sakınmıyor:
“Özgürlük insanların kendi tercihlerini yapabilmesidir, kadınlar nasıl isterlerse öyle giyinirler, medeni bir insanın başka insanların tercihlerine müdahale etme hakkı olamaz” diyor.
“Ailelerin birleşmesini engellemek ahlaki ilkelerimize bağdaşmaz”
Bu yazıyı yazarken Akyol ile konuştum. O, bana Kaag’ın yanı sıra mülteciler konusunda takdire şayan bir siyaset izleyen bir başka partiden, Christian Union’dan (CU – Hıristiyan Birliği) bahsetti.
İktidarın en küçük ortağı olan bu partinin lideri de bir kadın; Mirjam Bikker. Ülke genelinde oyu % 3-4’lere tekabül eden CU’nun seçmenlerini dindar Protestanlar oluşturuyor. Bırakın yabancıları ve Müslümanları, Katolik ve seküler Hollandalılara dahi hitap etmeyen bu Protestan partisi, D66 ile birlikte sonuna kadar mülteci haklarını müdafaa ediyor.
Sığınmacılar ve mülteciler nedeniyle hükümette bir ihtilaf başladığında, Başbakan Mark Rutte, ortaklarına “Savaş bölgelerinden kaçan sığınmacıların aile birleşiminin 2 yıl sonra başlaması” şeklinde bir teklif getiriyor. Teklif, Hollanda’da oturum almış bir sığınmacının, oturum iznini aldıktan 2 yıl sonra “aile birleşimi” müracaatında bulunabilmesini öngörüyor.
Aslında teklif, sığınmacıları caydırmayı ve onları başka ülkelere yönlendirmeyi amaçlıyor. Zira Hollanda’da bu kural getirildiğinde, sığınmacıların Hollanda’ya gelmek yerine başka ülkelere gitmeyi tercih edecekleri ve böylelikle Hollanda’ya daha az sığınmacının geleceği varsayılıyor. Ancak CU, bu teklifi ilkesel nedenlerle reddediyor.
“Biz aile kurumuna önem veren bir partiyiz. Hangi dinden ve kültürden olursa olsun ailelerin birleşmesini engelleyerek buradan bir menfaat beklemeyi ahlaki ilkelerimizle bağdaştıramayız” diyor.
Akyol, CU’nun tavrını bir yönüyle D66’nınkinden daha saygıdeğer buluyor. Çünkü D66, yabancıların ve mültecilerin çokça desteğini alan bir parti; dolayısıyla bu partinin desteğini aldığı mültecilerin avukatlığına soyunmasının siyasi bir mantığı var.
Fakat CU için böyle bir durum da söz konusu değil; kapalı devre bir hayat yaşayan, “haram dolu” olduğu gerekçesiyle büyük şehirlerden uzak duran insanlar, mültecilerin hakları için iktidarın nimetlerinden vazgeçiyorlar.
Kullanmayacağı bir hakkı savunmak
Bizim siyasi ortamdan, kullanmayacağı bir hakkı başkaları için savunmak gibi sağlam bir ahlaki zeminde duran ve bunun için gerekirse bedel ödemekten çekinmeyen bu ilkesel duruşa bakınca, iç geçirmemek elde değil.
Bir toplumda en kırılgan kesimleri oluşturan mültecilere mutlak karşıtlığı vazeden siyasetçilere karşı her daim müteyakkız olmak icap eder. Çünkü bu siyaset evvela mülteciyi insanlıktan çıkarır, onu yok edilmesi gereken bir düşman olarak beller ve kendine yol açmak için halkı mültecilere karşı kışkırtır.
Bu gayri insani ve gayri medeni çizgi, her toplum için ciddi bir tehlikedir ve bu tehlike adaletten taviz veren politikalarla, istikrarsız tavırlarla, dünden bugüne farklılaşan yaklaşımlarla geriletilemez. Olası tehditler, haksızlığa verilecek tavizlerle değil adaletten yana sağlam durmakla geriletilebilir.
Toplumda önyargının yaygınlığına dair gözlemler ne olursa olsun, son tahlilde insanlar doğruyu yanlıştan ayırt edebiliyor. Bu yüzdendir k, sert rüzgarlara boyun eğmeyen, her koşulda serinkanlı biçimde adaleti üstün tutan, bu kapsamda tepkilere rağmen mültecilerin hukukunu koruyan politikalar, geliştirdiği güven duygusuyla diğer toplumsal ve siyasi meselelerde de bu yaklaşımın taşıyıcısı olan siyasi aktörü, partiyi veya hükümeti avantajlı kılıyor.
Görünen o ki, sığınmacılardan söz ettiğimizde, aslında kendimizle ilgili pek çok bilgi veriyoruz ve hiç farkında olmadan başka pek konuda da konuşmuş oluyoruz. Ve bu konuda adil olup olmadığımıza dair verdiğimiz fotoğraf, hiç ilgisi yokmuş gibi görünse de başka konularda adil olup olamayacağımızda dair de anlamlı bir resim ortaya çıkarıyor.
Türkiye’nin böyle bir siyasete acil bir ihtiyacının olduğuna şüphe yok ama ne yazık ki gidişat bu yöne doğru değil. Üstelik ayrımcılığa ve nefrete oynamanın ahlaken ve siyaseten kazandırmadığı net biçimde görülmüşken…