Troçki’nin Büyükada’ya ayak basışının 100. yılı anısına dünyanın ünlü Troçkistlerinin katıldığı bir anma toplantısı düzenlendi. Büyükada’da düzenlenen toplantının internet üzerinden yapılan canlı yayınının bazı bölümlerini dinledim. Çok fazla bir izleyici ilgisi yoktu.
Troçki, gerçekleşememiş bir devrimin teorisyeniydi. Onun hayalindeki Sovyetler Birliği, devrimin ardından durmamalı ve dünya devrimi için diğer ülkelerdeki devrimleri ateşleyen bir yol izlemeliydi. “Tek ülkede sosyalizm yaşayamaz” demişti. Nitekim yaşayamadığı gibi, despotik bir küçük çetenin yönettiği zorba bir devlet oluştu.
Uzun yıllar, biz sosyalistler, Marksistler “Stalin mi haklı, Troçki mi haklı?” diye tartıştık. “Tek ülkede sosyalizm yaşar mı yaşamaz mı?” diyerek saatlerimiz, günlerimiz, yıllarımız geçti. Stalincilere göre Sovyetler yaşıyordu. Sosyalizm böylece gelişip güçleniyordu. Troçkistlere göre ise işçi diktatörlüğünün yerini parti diktatörlüğü almıştı. Zaten tek başına bir devletin emperyalist kapitalist dünyada sosyalizmi kurması yaşatması mümkün değildi. Troçki, bu tartışmalardan yalnızca bir tanesiydi. O kadar çok ayrıntı tartışırdık ki şimdi bakınca gülüp geçebilirsiniz. Bizim için o konular büyük hayallerin parçasıydı. Ayrıntıları anlatmıyorum. Bir anlamı olduğunu da sanmıyorum. Bana göre Troçkizm de proletarya diktatörlüğü teorisinin cazibesine kapılan komünist dünyanın bir parçası olarak görülebilir.
Troçki toplantısındaki konuşmacılardan birine göreyse en büyük handikap, sosyalizmin Rusya gibi sanayi bakımından geri bir ülkede başlamış olmasıydı. Kuvvetli bir işçi sınıfı yoktu, onların devrim üzerinde bir ağırlıkları olmamıştı. Troçkizm, Stalinizm, Maoizm vb. 20 yüzyıla damgasını vuran bir sosyalizm arayışının sembolleriydi. İnsanlığa eşitlik, adalet ve hürriyet vaat ediyorlardı.
Gelinen nokta tam bir hayal kırıklığı oldu. Sosyalizm kapitalizme bir seçenek yaratamadı. Sosyalizm kurduk diyen ülkelerin şu anki hali, yürek yakıyor. Çin’de Kültür Devrimi’ne öncülük edenler, profesörlere domuz ahırı temizleterek onları emekçiye dönüştürdüklerini sanmışlardı. Köylüyü rektör koltuğuna oturtunca, bir işçi-köylü devleti kurduklarını hayal etmişlerdi. İşte bu zihniyet, demokrasi ve özgürlük beklentisi içindeki dünyanın karabasanı oldu. Stalin’in mezaliminden kaçarak Büyükada’ya sığınan Troçki, Sovyet devriminin teorisyenlerinden, Kızıl Ordu’nun kurucularındandı.
Onun yaşamının en renkli yılları, bence ünlü ressam Frida Kahlo ile yaşadığı fırtınalı aşktı. Belki de hayatındaki en güzel şey Frida Kahlo’ydu. Troçki’nin temel bakış açısı çoğu noktada o günün Marksistlerinin kavrayışıyla sınırlıydı. Sovyetler onun eline kalsa daha iyi bir yönetim çıkar mıydı? Şüpheliyim.