Başkanlık sistemiyle yönetilen rejimlerin en büyük meselesi yürütmenin denetlenmesi ve dengelenmesi. Yürütmeyi elinde tutan güç, yargının ve yasamanın denetimini çok istemez. Hareket kabiliyetini sınırladığını düşünür. Dünyanın dört bir yanında başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerde güçler ayrılığı diye bir mesele bulunuyor. Demokrasinin üç ayağı diye kabul edilen yasama, yürütme, yargı arasındaki denge sağlandığı zaman demokratik sistem işlemeye başlayabiliyor.
Bu konuda en istikrarlı ve kurumlaşmış örneklerden birisi ABD’deki sistemdir. Geçen yılların birinde Türkiye’ye atanacak ABD Büyükelçisinin Senato’da sorgulanmasına tanık olduk. Senatörler büyükelçiyi tam anlamıyla sigaya çektiler. ABD sisteminde üst düzey bürokratları, diplomatları başkan atıyor görünüyor. Evet atıyor ancak, hepsinin göreve başlayabilmeleri Senato’nun oluruna bağlı. Başkan orada her istediğini yapabilecek bir güce sahip değil. Senato ve Temsilciler Meclisi gibi iki yasama organı, dikkat çekecek ölçüde başkanlığın aldığı kararları ve uygulamaları denetleme görevini yerine getiriyor. Benzer şekilde yargının da denetleyici ve dengeleyici bir güç olarak başkanlık sisteminde etkili bir fonksiyonu bulunuyor.
Risk ve fırsat
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni bir anayasa yapmak istediklerini bunu da uzlaşarak yapmayı tercih edeceklerini ifade etti. Şimdilik taraflar sessiz. Ancak Ankara’da bir çıkış yolu bulabilir miyiz diye nabız yoklayanların olduğunu duyuyorum. Şimdiye kadar yapılan anayasalar, gerilim dönemlerinin duyarlılıklarını önceleyen şekilde tepki anayasaları olarak şekillendi. Bir önceki dönemde yaşanan siyasi olaylarda taraflardan birisi kendi tepkilerini anayasanın ruhuna yerleştirdi. Bu nedenle o anayasa toplumun belli bir kesiminin hiçbir zaman anayasası haline gelmedi. Benimsenmedi. Ankara sohbetlerimden çıkardığım derslerle şöyle bir yorum yaptım: Bizim yönetme geleneklerimiz Selçuklu İmparatorluğu’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar yarı başkanlık sayılacak bir sisteme daha çok benziyor. Bir tarafta üstün yönetim iradesini temsil eden padişah, öte tarafta başkanlığını daha çok devşirme kökenli sadrazamların oluşturduğu bakanlar kurulu.
Bu iki güç arasında oluşan kuvvetler paylaşımı bir nevi kuvvetler ayrımı anlamına da yorumlanabilirdi. Yeni anayasa çabası içine girişilecekse-bence girişilmelidir- önce ‘Neden yeni bir anayasa?’ sorusuna cevap bulunmalıdır. Yargı ve yasamanın yetkilerinin bir toplumsal denetim gücü haline gelmesini sağlayacak düzenleme gerekli mi? Yarı başkanlık meselesinin üzerinde biraz düşünelim. Yeni anayasa çalışmalarına böylesine somut bazı konuları öne alarak başlanabilir. Meclis denetimi, yargı denetimi mekanizmaları nasıl hayata geçebilecek? Yargının ülkede evrensel hukukun temel unsurlarını kurabilmek amacıyla siyasi müdahaleden kurtulması nasıl sağlanacaktır? Bu yüzyıl Türkiye yüzyılı olacaksa, öncelikli olarak hak, adalet, eşitlik gibi meselelerde belli hamleleri yapma zamanı. Yeni anayasa bir fırsat olabilir. Kopenhag Kriterleri’ni Ankara Kriterleri’ne dönüştürecek yeni bir siyasi hamle yapılabilir mi?