Futbolda 2023-2024 dönemi sona erdi. İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, doğrusuyla yanlışıyla bir sezonu daha geride bıraktık. Şampiyonlar taçlarını taktı, kupalar müzelerini buldu, düşenler de bahtlarına yandı. Kimi peri masalı gibi bir yıl geçirdi, kimi üzerine çöken karabasanlardan kurtulamadı, kimi de normalini yaşadı. O halde topun peşinde geçen bir senenin bilançosunu çıkarmanın vaktidir.
Bugün Avrupa’nın beş büyük liginde dolaşalım biraz.
Fransa’da PSG, bir yıl aradan sonra tahtına tekrar oturdu. Luis Enrique’nin büyük bir dönüşüm yaşayan ekibi, en yakın rakibi Monaco’ya 13 puan fark atarak kazandı. Neymar ve Messi’den sonra Mbappé’nin de Paris’ten ayrılmasıyla birlikte, PSG’nin çakma “Los Galacticos” projesi rafa kalkmış oldu. Gelecek sezon Ligue 1, daha dengeli bir hal alabilir.
İtalya’da Simone Inzaghi’nin Inter’i de elini kolunu sallayarak şampiyon oldu. Sezonu ikinci tamamlayan ezeli rakibi Milan ile Inter arasında 19 puan vardı. Geçen yıl Maradona’nın ruhunu şad ederek zirveye kurulan Napoli, bu sezon bir varlık gösteremedi. 2010-2020 arasına damgasını vuran Juventus ise henüz belini doğrultamadı. İpi son olarak göğüslediği 2020’den bu yana şampiyonluğa hep uzaktan bakan bir Juventus var.
“Tek yenilgimiz, final maçında olmamalıydı”
Bundesliga’da Xabi Alonso tarih yazdı. Alonso’nun elinde tam bir makinaya dönüşen Bayern Leverkusen, ligi namağlup bitirdi ve hem lig hem de kupa şampiyonu oldu. 53 maçlık muazzam seride Alonso rüyasından sadece bir kere uyandırıldı ve tek yenilgisini UEFA Avrupa Ligi finalinde (52’nci maçta) Atalanta’ya karşı aldı. Maçtan sonra yaptığı açıklamada “Koca bir sezon boyunca aldığımız tek yenilgi bu maça rastlamamalıydı” minvalindeki sözleri, bu tek yenilginin Alonso’da nasıl bir acıya yol açtığı gösteriyordu…
Bayern Münih, bu yılı hiç hatırlamak istemeyecektir. Üst üste 11 yıl şampiyon olduktan sonra ligde, kupada ve Avrupa’da sıfır çekmek Bavyeralılar için bir kâbus olsa gerek. Nitekim takım, bu kâbustan uyanmak ve şoku atlatmak için radikal kararlar aldı. Thomas Tuchel ile yollar ayrıldı, takım Vincent Kompany’e emanet edildi.
Gelen haberler, genç hocanın takımdaki birçok yıldızın biletini keseceği yönünde. İsmi Bayern ile özdeşlemiş birçok futbolcu, gelecek yıl Kırmızı-Beyaz formayı sırtına geçiremeyecek. Anlaşılan Kompany, Bayern’e kendi rengini vermek istiyor. Herhalde futbol âlemi bu yıl Kompany’nin nasıl bir takım inşa edeceği ve başarılı olup olmayacağı soruları üzerinde çok mesai tüketecektir.
La Liga’da, elbette, olması gereken oldu ve Real Madrid, Barcelona’ya toz yutturarak 36’ıncı kez mutlu sona ulaştı. Ancelotti, Karim Benzema’nın ayrılmasından sonra klasik bir 9 numarası olmayan yeni bir oyun sistemi kurguladı ve akışkan, hızlı ve herkesin her an gol pozisyonuna girip gol atabileceği bir Madrid ortaya çıkardı. Sonuç, büyük bir başarı oldu.
Bana göre, Don Carlo’nun iki büyük meziyeti var: Bir, kadroya göre oyun kuruyor. Bir sisteme körü körüne bağlı tutucu bir teknik direktör değil Ancelotti. Futbolu karmaşıklaştırmaktan hazzetmiyor, aksine futbolu basit bir oyun olarak düşünüyor ve her zaman elindeki hamurdan en iyisini çıkartmaya bakıyor.
İki, elindeki futbolculara seviye atlatıyor. Oyuncusunun zayıf ve güçlü yönlerini tespit ediyor; zayıf taraflarını azaltıp güçlü taraflarını keskinleştiriyor. Ve en mühimi, sahada oyuncusuna bir özgürlük tanıyor. Pep gibi sahanın her santimetrekaresini ve oyuncusunun her hareketini kurgulama gibi bir takıntısı yok. Tersine, genel işleyişi bozmamak kaydıyla oyuncularından sahada inisiyatif almalarını talep ediyor.
Sanırım Vinicius, Rodrygo, Bellingham, Camavinga, Valvarde, Diaz ve daha birçok ismin giderek daha fazla göz kamaştırır olmalarında, Ancelotti’nin onlara verdiği geniş hareket alanının payı büyük. Ancelotti, onları bir başka şekilde işliyor. Arda Güler de, bu bağlamda, büyük bir şansa sahip, zira kendisini en iyi anlayabilecek ve geliştirebilecek bir hoca ile çalışıyor.
Real bir yana, İspanya’da kutlanacak asıl takım, Girona. Ligin altını üstüne getirdiler. Barcelona’ya her iki maçta da dört gol attılar. Hızlı hareket eden, ön alanda rakibe baskı kuran, dinamik ve göze hoş gelen oyunlarıyla gönülleri fethettiler. Kulübü, Pep Guardiola’nın kardeşi Pere Guardiola yönetiyor. Takımın hocası ise oyun anlayışında Ancelotti esintileri veren Michel. Ligi üçüncü sırada bitiren Girona’yı bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde izlemek zevkli olacak.
Sonunu getirememek
Beş büyük lig içinde futbolseverlere nefeslerini tutturan Premier Lig oldu. Fransa’da PSG, İtalya’da Inter, Almanya’da Leverkusen ve İspanya’da Real Madrid güle oynaya şampiyon olurken, İngiltere’de şampiyonluk düğümünün çözümü son maça kaldı. Ve City, Arsenal ve Liverpool arasındaki rekabette kazanan yine Pep’in City’si oldu.
Doğrusu ben Arteta’nın Arsenal’i ile Klopp’un Liverpool’undan birinin zafer kazanmasını dilerdim. Ancak Liverpool biraz erken havlu attı. Klopp’un Anfield’daki son yılı onun ve onu sevenlerin arzuladığı gibi bitmedi. Liverpool ne ligde ne kupada ne de Avrupa’da bir kupa kazanabildi.
Arteta’da ise sanırım sonunu getirememe ya da sonunu iyi bitirememe problemi var. Evet, takım çok sempatik ve gönlü okşayan bir futbol oynuyor. Ama Arteta, lige fırtına gibi girip sonrasında ivme kaybetme sorununa bir çare bulamıyor. Böyle olunca da Emirates’in hasreti dinmiyor. Şampiyonluk şarkıları da hep Etihad’da yankılanıyor.
Tabii burada Pep’in hakkını da teslim etmek gerek. Evet, arkasında ciddi bir sermaye var ve istediği oyuncuya mavi-beyaz formayı giydirme şansına sahip. Ama Klopp’un da söylediği bu olanakların varlığı, Pep’in sekiz yılda altı Premier Lig şampiyonluğu kazanmasını izaha yetmez. Yani bu müthiş başarı, sadece paraya bağlanamaz. Arsenal de az para harcamıyor! İngiltere’de art arda dört yıl üst üste ligin tepesine çıkmak, az buz bir iş değil.
Fakat umarım bu yıl Pep’in krallığını sarsacak bir babayiğit çıkar!
Zirvede bırakmak
Kupalara gelince; Şampiyonlar Ligi’nin asıl itibarıyla bir Real Madrid ligi olduğu bir kere daha tescillendi. Ancelotti bu ligdeki beşinci şampiyonluğuna koştu, Eflatun-Beyazlılar da 15’inci kupasını kazandı. Real Madrid’in bilhassa çeyrek finaldeki City ve yarı finaldeki Bayern Münih maçlarına yürek zor dayandı. Finalde, Atletico Madrid ve PSG’yi saf dışı ederek gelen Dortmund karşısında ilk yarı biraz zorlansa da, Ancelotti’nin talebeleri ikinci yarı maçı almasını bildi.
Ancelotti’nin taraftarlarına verdiği bir güven hissi var: Madridliler, işler ters gitse de bir noktada Don Carlo ve öğrencilerinin ters giden bu işleri düzelteceklerine ve arzulanan neticeyi alacaklarına dair bir düşünsel konfora sahipler. Bir de buna Mbappé’nin gelmesini ekleyin; herhalde hem seyir zevki hem de konfor düzeyi artacaktır. Allah bozmasın!
Şüphesiz, La Liga ve Şampiyonlar Ligi kupaları bütün Madridlileri havalara uçurdu. Ama herhalde en büyük mutluluk anı, alnı öpülesi Toni Kroos’un kulüp kariyerinin son maçını Avrupa’nın en büyük kupası ile taçlandırmasıydı. “Buz Adam” zirvedeyken bıraktı ve onun erkenden emekliye ayrılmasıyla da Madrid’de bir devir kapandı.
Modric-Kroos-Casemiro üçlüsü, mütevazı kişilikleri ve muazzam iş ahlaklarıyla Beyaz Şimşekler’in efsanevi orta sahalarından biri oldular. Onlardan geriye bir tek Modric kaldı, o da hâlâ çok klas ama artık takıma abilik yapma pozisyonunda. Neyse ki arkadan Camavinga’lar, Tchouaméni’ler, Valverde’ler (Kroos’un 8 numaralı formasını o devraldı), Arda’lar, Diaz’lar geliyor; yani kayıp büyük ama yine de Real’in orta sahası emin ellerde…
Olimpiakos bize ne söyler?
UEFA Avrupa Ligi, Atalanta’nın oldu. Gasperini’nin takımı, finalde bu senenin ışıldayan yıldızı Dortmund’a top göstermedi; doğrusu benim gönlüm Alonso’dan yanaydı. Fakat Atalanta, Dortmund’u ezdi ve kupayı sonuna kadar hak etti. Keza Gasperini’nin sekiz yıllık büyük emeğinin karşılığını bu şekilde almış olması da futbol tarihine güzel bir sayfa olarak geçti. İngiltere’den teklifler almasına rağmen Gasperini takımdan ayrılmadı ve geleceğini Atalanta ile parlatmayı tercih etti.
UEFA Konferans Ligi’ni ise Olimpiakos aldı. Fenerbahçe neyi kaçırdığını düşünsün artık!
Sınırlı bütçesi ve Süper Lig’den aşina olduğumuz isimlerle kurulu kadrosuyla Olimpiakos’un bu kupayı kaldırması, evvela bizim takımlara bir şeyler söylüyor olmalı. Zannımca, Süper Lig’den Avrupa yolunu tutan takımlar, öncelikli hedef olarak önlerine Konferans Ligi’ni koymalı. Zira bu, erişilebilir bir hedef ve futbolumuzu ilerletecek olan da hayal peşinde koşmaktan ziyade gerçekleşebilir hedeflere yönelmektir.
Velhasıl Avrupa’da vaziyet aşağı yukarı böyle!
Eski GS Başkanı Ünal Aysal’ın ifadesiyle “annemizin ligi”ni ise bir başka yazıda konuşuruz.