Almanya, kritik dış politika gelişmelerinin ortasında bugün sandık başına gidiyor. Küresel güç dengelerinin hızla değiştiği, jeopolitik gerilimlerin arttığı ve uluslararası sistemin yeniden şekillendiği bu dönemde, Berlin’in alacağı pozisyonlar yalnızca ülke içi siyaseti değil, Avrupa Birliği (AB) ve küresel politikayı da doğrudan etkileme potansiyeline sahip. Özellikle Ukrayna-Rusya savaşı, Donald Trump’ın ABD başkanı olarak göreve başlamasıyla ortaya çıkan belirsizlikler, Çin ile süregelen ekonomik gerilimler ve Avrupa’nın güvenlik mimarisinin yeniden inşası gibi faktörler, Almanya’nın dış politika tercihlerini şekillendiren temel dinamikler arasında yer alıyor. Bu bağlamda, Almanya’nın hem Avrupa’nın lider ülkesi hem de küresel bir aktör olarak nasıl bir yol izleyeceği, seçim sonuçlarıyla netleşecek.
Ukrayna-Rusya Savaşı ve Almanya’nın İkilemi
Ukrayna-Rusya savaşı, Almanya’nın dış politikasındaki en kritik başlıklardan biri olmaya devam ediyor. Berlin, uluslararası toplumla birlikte Rusya’ya karşı sert yaptırımlar uygularken, Ukrayna’ya askeri, insani ve mali destek sağlamayı sürdürüyor. Ancak bu tutum, Almanya içinde farklı görüşleri beraberinde getiriyor. Özellikle enerji fiyatlarının artışı ve ekonomik sıkıntıların derinleşmesi, Ukrayna’ya yapılan yardımların nasıl devam etmesi gerektiği konusunda tartışmalara yol açıyor. Muhalefetteki CDU/CSU, Almanya’nın savunma kapasitesinin korunması gerektiğini vurgulayarak, yapılan askeri yardımların dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Buna karşılık, mevcut koalisyon hükümetini oluşturan Yeşiller ve SPD, Avrupa’nın güvenliğini sağlamak ve Ukrayna’nın savunmasını desteklemek için Almanya’nın üzerine düşeni yapması gerektiğini belirtiyor.
Bugünkü seçim, kamuoyunun bu konuda hangi yönde ağırlık koyacağını ve Almanya’nın Ukrayna politikasının nasıl şekilleneceğini belirleyebilir.

Trump’ın Yeniden Başkan Olması ve Almanya-ABD İlişkilerindeki Belirsizlik
Donald Trump’ın ABD başkanlığına ikinci kez seçilmesi, Almanya için büyük bir belirsizlik kaynağı olarak görülüyor. İlk başkanlık döneminde Avrupa’yı savunma harcamalarını artırmaya zorlayan ve NATO’ya yönelik eleştirel bir tutum sergileyen Trump, göreve gelir gelmez Ukrayna’ya yapılan yardımları durdurdu ve Rusya ile daha yakın ilişkiler kurma yönünde adımlar attı. Bu politikalar, Almanya’nın stratejik çıkarlarıyla doğrudan çelişebilir. Özellikle Trump’ın “Önce Amerika” (America First) politikası, transatlantik ilişkilerde güven kaybına yol açabilir.
Bu çerçevede, Almanya’daki yeni hükümet, Trump’ın Avrupa üzerindeki baskılarını dengelemek için AB içinde savunma ve güvenlik politikalarını güçlendirme çabalarını hızlandırmak zorunda kalabilir. Savunma Bakanı Boris Pistorius, Avrupa’nın savunma kapasitesini artırmak amacıyla ortak bir AB ordusu fikrini yeniden gündeme getirmişti. Ancak konuya dair Almanya’daki siyasi partiler arasında farklı yaklaşımlar söz konusu. Örneğin CDU/CSU, NATO’nun gücünü artırmayı desteklerken, SPD ve Yeşiller AB içinde bağımsız bir savunma politikası oluşturulmasını savunuyor. Sol Parti ise Almanya’nın NATO’dan tamamen çıkmasını istiyor.

Çin ile Ekonomik İlişkilerdeki Kırılgan Denge
Almanya, Çin ile büyük bir ticaret hacmine sahip olmasına rağmen, son yıllarda ekonomik ilişkilerinde artan gerilimlerle karşı karşıya. ABD’nin Çin’e yönelik yeni yaptırımları ve AB’nin Çin menşeli yatırımlara karşı daha katı tedbirler alması, ihracata dayalı Alman ekonomisini zorluyor. Özellikle otomotiv ve teknoloji sektörleri için Çin pazarı hayati önem taşırken, Volkswagen gibi dev şirketler için burada yaşanacak olası bir satış düşüşü ciddi ekonomik kayıplara yol açabilir.
Almanya’daki seçimlerin ardından yeni hükümetin Çin ile ekonomik ilişkilerde nasıl bir denge kuracağı merak konusu. Yeşiller Partisi, Çin’in insan hakları ihlalleri ve çevresel etkileri nedeniyle daha sert bir politika izlenmesi gerektiğini savunurken, iş dünyası ve muhafazakâr partiler ekonomik çıkarların korunmasını önceliklendiriyor. Bu durum, Almanya’nın Çin politikasında bir ikilem yaratıyor: Bir yanda ticari çıkarlar, diğer yanda ise insan hakları ve güvenlik endişeleri.

Avrupa Birliği ve Güvenlik Politikalarındaki Yeni Arayışlar
Avrupa Birliği’nin güvenliği, Almanya’nın dış politikasındaki temel önceliklerden biri olmaya devam edecektir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Almanya’nın askeri kapasitesini artırma gerekliliğini ortaya koymuş ve savunma harcamalarına bütçede daha fazla yer ayrılmasına yol açmıştı. Ancak, özellikle Donald Trump’ın Avrupa Birliği ile güvenlik ilişkilerini köklü bir şekilde değiştirme ihtimali, Almanya’nın savunma harcamalarını çok daha fazla artırmasına neden olabilir.
Bu bağlamda, Almanya AB içinde ortak savunma ve güvenlik politikalarını güçlendirmek zorunda kalacaktır. Özellikle Fransa ile birlikte AB’nin askeri kapasitesini artırmaya yönelik girişimlerde bulunan Almanya, aynı zamanda NATO’ya olan bağımlılığını azaltma yoluna gidebilir. Öte yandan, güvenlik politikaları konusundaki partiler arasındaki farklı yaklaşımlar, koalisyon müzakerelerinde önemli bir pazarlık konusu olacaktır.
Trump Yönetimi ve AfD’ye Verilen Destek
Trump yönetiminin ve özellikle Elon Musk’ın seçim öncesinde Almanya’daki aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) partisine açık destek vermesi, Berlin’de ciddi endişelere yol açtı. ABD Başkan Yardımcısı’nın Münih’te AfD’nin önemine vurgu yapması, Almanya’daki siyasi dengeler açısından kritik bir gelişme olarak değerlendirildi. Almanya’daki siyasi elitler, Trump yönetiminin AfD’ye verdiği desteğin aşırı sağın güçlenmesini hızlandırabileceği ve demokratik düzen için bir tehdit oluşturabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor.
Bu durum, Almanya-ABD ilişkilerinde yeni bir gerilim noktası yaratırken, seçim sonrası AfD’nin alacağı oy oranına bağlı olarak Trump, Berlin’e baskı yapabilir ve AfD’nin koalisyon görüşmelerinden dışlanmasını eleştirebilir. Tüm bu gelişmeler, Almanya’nın Washington ile stratejik iş birliğini seçim sonrası nasıl şekillendireceğine dair merak uyandırıyor. Yeni hükümetin demokratik değerlere bağlı kalırken, ABD ile ilişkilerini pragmatik bir zeminde sürdürme çabasında olacağını öngörebiliriz.

Seçim sonucu Türkiye ile ilişkileri etkiler mi?
Seçim sonuçları, Türkiye-Almanya ilişkilerini çeşitli boyutlarıyla etkileme potansiyeline sahip. Son yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği perspektifi fiilen askıya alınmış olsa da, taraflar arasında stratejik iş birliği giderek daha fazla ön plana çıkmıştı.
Anketlere göre seçimlerden birinci parti olarak çıkması muhtemel görülen CDU/CSU’nun adayı Friedrich Merz’in başbakan olması durumunda, Türkiye’ye yönelik daha pragmatik ve çıkar odaklı bir politika benimsemesini bekleyebiliriz. Bu doğrultuda, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi konuların yalnızca Alman vatandaşlarını doğrudan ilgilendirdiği ölçüde gündeme getirileceği tahmin edilebilir.
Son dönemde Almanya’da aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişi, yalnızca merkez sağ partileri değil, aynı zamanda Sosyal Demokrat Parti’yi (SPD) dahi sağa yönelten bir etki yaratmıştı. Bu siyasi kaymanın, Almanya’nın Türkiye politikaları üzerinde olumsuz yansımaları olabileceği öngörülmekle birlikte, stratejik çıkarların belirleyici olacağı düşünülmektedir. Nitekim, Angela Merkel döneminde şekillenen ve tam üyelik hedefinden ziyade “stratejik ortaklık” çerçevesine oturtulan Türkiye-AB ilişkileri, yeni hükümetin de benzer bir yaklaşımı benimseyeceğine işaret etmektedir.
Öte yandan, Donald Trump’ın yeniden göreve başlamasıyla Avrupa’nın savunma stratejilerinde yaşanması muhtemel değişimler, Türkiye’nin Almanya ile daha yakın bir iş birliği geliştirmesine zemin hazırlayabilir. Özellikle savunma sanayi başta olmak üzere stratejik alanlarda iki ülke arasındaki iş birliğinin güçlenmesi olası. Bu bağlamda, Berlin’in savunma politikalarındaki yönelimleri, Türkiye’nin de bu süreçte konumlanmasını belirleyecek önemli faktörlerden biri olacaktır.

Sonuç olarak, Almanya dış politikada çok katmanlı ve stratejik öneme sahip gelişmelerin ortasında seçimlere gitmektedir. Ukrayna-Rusya savaşı, Trump yönetiminin Avrupa ve Almanya üzerindeki baskıları, Çin ile ekonomik ilişkiler ve Avrupa güvenliği gibi dinamikler, seçimlerin ardından Berlin’in nasıl bir yol haritası çizeceğini belirleyen temel unsurlar olacaktır. Almanya’nın bu süreçte alacağı kararlar yalnızca ulusal düzeyde değil, Avrupa’nın ve küresel sistemin geleceği açısından da belirleyici olacaktır. Dolayısıyla, seçimlerin sonuçları, Almanya’nın iç politikası kadar uluslararası ilişkiler açısından da büyük bir öneme sahiptir.