Öcalan’ın çağrısıyla ilgili en hararetli tartışma, silah bırakma çağrısının Suriye’deki YPG/PYD’yi da kapsayıp kapsamadığı.
DEM Partililer, Mazlum Kobani, Salih Müslim çağrının kendilerini kapsamadığını ısrarla söylüyor.
Öcalan ile en çok görüşen, İmralı Heyeti’nin en önde gelen ismi Sırrı Süreyya Önder’e katıldığı yayında “Öcalan’ın çağrısı YPG’yi kapsıyor mu?” sorusu soruldu.
“İlkesel olarak herkesi kapsıyor. Bütün herkes için geçerlidir. Belki Pervin Hanım’la beraber Rojava’ya da gideceğiz” yanıtını verdi.
Beklendiği gibi, çözüm sürecinde varılan mutabakatı herkes kendi kamuoyuna zafer ve başarı olarak anlatmaya çalışıyor.
Yani duyduğumuz her şey gerçek ya da fikri farklılığı yansıtmıyor; çoğu nutuk ve propagandadan ibaret.
Eldeki somut bilgilerden, ilerleyen süreçten çok “taş düşebilir, ayı çıkabilir” gibi akla gelebilecek bütün kötü ihtimaller konuşuluyor.
Öcalan’ın PKK’yı ve bugüne kadarki taleplerini miadını doldurmuş olarak tanımlayıp kendi örgütüne net bir kendini fesih ve silahın yerine demokratik siyasete geçiş talimatı vermesine ilgi fazla değil.
Gönüllü olarak kendimizi fesh edip, siyasi alana geçiyoruz diyen örgüt liderinin bunu ne karşılığında yaptığı sorgulanıyor.
Bunu yapmayı tercih ettiği ve yaptığına pek inanan yok.
Belki de sadece çoktan bırakılması gereken, anlamını yitirmiş silahları bırakmak için devletin açtığı uygun çıkış kapısından ibarettir her şey.
Türkiye’nin son yarım asrındaki en büyük sorun olan, hâlâ 6,5 milyon insanın siyasi uzantısı olan partiye oy verdiği silahlı bir örgütün silah bırakması küçümseniyor.
Daha bir ay önce Ankara’da kritik bir askeri tesise saldırmış, son 40 yılda 40 bin insanı öldürmüş bir örgüte “Zaten bitmişti, eylem yapamıyorlardı” deniyor.
Dünyanın hiçbir normal ülkesinde milyonlarca insanın sempatizanı olduğu, hemen sınırların ötesinde 40 yıldır konuşlanmış bir terör örgütünün olamayacağı gerçeği, bu meseleyi çözmenin hem siyaset hem güvenlik açısından hayati olduğu meselesi, hızlıca geçiliyor.
Daha ileri gidenler Öcalan’ın PKK’ya silah bıraktırıp YPG ile yola devam edeceği gibi büyük oyunu deşifre ediyorlar.
PKK’lıların ulaşılmaz, erişilmez Kandil’de silah bırakıp, 2 milyon nüfuslu, dümdüz Rojava’da Türkiye’ye karşı tehdit olabileceğini inananlar, en başta Türkiye’ye pek inanmıyorlar.
İkincisi, 50 yıldır bölgede varolan bir örgütün aklını fazla küçümsüyorlar.
KCK’yı PKK’nın patronu sananlar, silah bırakmayı ellerini başının üzerine koyup teslim olmak zannedenlerle bu konuları konuşmak kolay değil.
Hikayenin biraz daha başına gidelim.
1999’da Öcalan yakalanınca, PKK’yı tasfiye kararı verdi.
Önce militanlara Türkiye’den çekilme talimatı verdi, ardından 2001 yılında Brüksel’de bir basın toplantısıyla “kötü hatıraları” var diye PKK kapandı; yerine KADEK adında bir siyasi parti kuruldu.
Bu sırada Suriyeli, Iraklı, İranlı PKK’lılar Türkiye’ye karşı savaşıyorlardı. Bu ülkelerde PKK’nın herhangi bir askeri gücü yoktu. Hatta bir siyasi örgütlenmesi de yoktu.
Ama 2001’den sonra bu üç ülkede PKK, sırayla partiler kurdu.
Kardeş partiler değil. PKK’nın uzantısı olan partiler.
2002’de Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK), 2003’de Suriye’de Kürdistan Birlik Partisi (PYD) ve 2004’de İran’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) kuruldu.
PYD’nin hâlâ eşbaşkanları olan Salih Müslim ve Asya Abdullah ve tüm kurucuları PKK mensuplarıydı.
Hâlâ parti programında “PYD, demokratik medeniyet ve demokratik ulus teorilerinin yaratıcısı Sayın Abdullah Öcalan’ı önder olarak görür” yazılı.
Yine parti programına göre parti üyelerinin birinci amacı “Öcalan’ın özgürlüğü.”
Bugün PYD’nin resmi sayfasına girdiğinizde, sayfanın manşetlerinin yarısı Öcalan’ın mesajı ve o mesaj üzerine yapılmış PYD’ye yakın grupların destek açıklamalarıyla dolu.
Ve o destek açıklamalarında “bu bizi bağlamaz, Türkiye ile ilgilidir” denmiyor.
Bu çağrının Ortadoğu’yu yeniden şekillendireceği söyleniyor.
2011’de Suriye iç savaşı sırasında, yine PKK Yürütme Konseyi’nin kararıyla PYD’nin silahlı kanadı YPG kuruldu.
YPG’nin başına da, Suriye’de Öcalan’ın yanında yetişmiş, ona sekreterlik yapmış, uzun yıllar PKK’nın Avrupa temsilciliğini yürütmüş, PKK-HPG komutanı olarak Türkiye’de bulunmuş Mazlum Kobani, komutan olarak yine Kandil tarafından atandı.
YPG’nin yeminlerinde, marşlarında, militanların üniformalarında, her yerde Öcalan’ın izi var.
Mazlum Kobani, bütün kararlarını Kandil’den gelen talimatlarla alıyor. Hatta bir ara ABD onun ismini öne çıkarınca, Kandil’den başka isimler onu tepesine komiser olarak gönderildi.
Yani Öcalan, 1978’de kurduğu PKK’nın kendisini feshetmesini ve siyasi alana geçmesini isterken, YPG/PYD “bunun bizimle ilgisi yok” diyemez.
Çünkü PYD/YPG’nin yöneticileri de PKK’lı ve iradeleri de Öcalan’a ve PKK’ya bağlı.
Ama Kobani’nin çağrının muhatabı olduğunu kabul etmesi tuhaf olurdu.
Bunu kabul ettiğinde, resmi söylem olan “PKK ile bir ilgimiz yok” iddiası boşa düşerdi.
Ama o kabul etmiyor diye, PKK’nın “kendini fesih” kararının etki sahasından çıkmıyor.
Nitekim Mazlum Kobani, Öcalan’ın çağrı öncesi, kendilerine de bir mektup gönderdiğini açıklamıştı.
O mektuplar Kandil’e, Avrupa’ya ve Suriye’ye gitti.
Çözüm süreci müzakereleri sürerken bu mektuplar yazıldı ve adreslerine ulaştırıldı.
Bu çağrıyla ve süreçle bir ilgileri olmasa, Öcalan neden bu süreçte YPG/PYD’ye mektup yazmış olsun?
Öcalan’ın PYD/YPG’ye gönderdiği mektupta onlara “çatışmaları durdurun, Suriye yönetimiyle işbirliği yapın” dediği anlaşılıyor.
Zaten o mektuptan bu yana YPG’liler baraj için savaşmaktan, canlı kalkan eylemlerinden vazgeçtiler.
Öcalan artık ayrı ulus devletin, özerkliğin, federeasyonun, hattâ kültüralist taleplerin çözüm olmadığını söylerken “bu Türkiye’de böyledir ama Suriye, Irak, İran için böyle değildir” demiyor. Bir genel ideolojik, siyasi yöntem ve tercih olarak bunu söylüyor.
PKK’nın fesih kongresine YPG’den ve Suriye’den de isimler katılacaktır.
PKK’nın diğer bütün kongreleri YPG/PYD’yi bağladığı gibi, yapacağı bu son kongrede kendisini feshetmesi de bağlayacaktır.
Tabii bütün bunlar bazılarının beklediği gibi YPG’nin PKK ile aynı anda silahları bırakması anlamına gelmeyecek.
Nasıl PKK’nın silah bırakması için Türkiye’de yasal düzenlemeler gerekiyorsa, YPG de durup dururken silahları bırakmaz. Onun için de Suriye yönetimiyle bir anlaşma zemini bulunacak.
YPG’lilerin çoğunluğu Suriye vatandaşı. PKK içindeki Türkiye vatandaşı militanlar silah bırakıp, Meclis’te yapılacak hukuki düzenlemelerle Türkiye’ye dönebilirler. Peki YPG, yarın silah bıraksa onlar için hukuki güvenceyi kim verecek? Tabii ki onların akıbetiyle ilgili kararlar Suriye’de alınacak
Yani herkes silah bıraksın demenin önünde böyle pratik engeller de var.
Yani silah bırakmak, teslim olmak demek değil. Bu kalıcı ve gönüllü biçimde silahtan vazgeçmek demek.
Türkiye’de siyaset yolu açıkken, Suriye’de henüz açık değil.
PKK hareketinin ideolojik önderi olan Öcalan, bütün hareketine olduğu gibi, YPG/PYD’ye de özerklik, federasyon yerine demokratik siyaset içinde haklarını aramalarını önermiş oldu.
Bunun Suriye’deki gerek şartı, bir demokratik siyaset alanının açılması.
Yani partilerin kurulabilmesi, seçimlerin yapılması. Suriye henüz o noktada değil. Ama o noktaya ilerliyor.
Bir Kürt üyenin de olduğu, kurulan anayasa komitesinden çıkacak anayasada seçimler ve partiler olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Aynı zamanda son yapılan Ulusal Diyalog Kongresi’nden çıkan sonuçlardan biri de savunma bakanlığı dışındaki tüm silahlı kuvvetlerin yasadışı ilan edilmesi.
Zaten YPG de Şam yönetiminin bayrağını göndere çekti ve resmi ordu içinde olacaklarını açıkladı. Ama bunun biçimi konusunda henüz uzlaşma yok.
Günün sonunda orada da YPG’nin önünde Öcalan’ı dinlemekten başka bir seçenek görünmüyor.
Suriye’de bu tabloyu bozabilecek tek faktör ise İsrail.
Bundan bir kaç ay önce HTŞ’nin ve Şara’nın Esad’ı devirmesinin arkasında İsrail olduğunu hararetle iddia edenler, son gelişmeleri ne kadar takip ediyor bilmiyorum.
Ama İsrail, açıktan Şam yönetimini tehdit ediyor. Netanyahu kendisini bir kısmı İsrail’de yaşayan Dürzilerin hamisi ilan etti, Dürzilere saldırı olursa askeri olarak müdahale edeceklerini açıkladı. Bu arada bazı Dürzi milisler ayaklandı.
Şimdilik sulhle bu ayaklanma bitti.
Yine İsrail Dışişleri Bakanı, Dürzilerle birlikte Kürtlerin ve Alevilerin de hamisi gibi konuşmalar yapıyor.
En son Şam yönetiminin anayasa komitesini, “seçilmemiş bir yönetimin komitesi” olarak X hesabından aşağılayan bir mesaj paylaştı.
Reuters’in geçen haftaki haberine göre İsrail, Trump’ın Şam’daki Şara hükümetini tanımaması ve yaptırımları kaldırmaması için kulis yapıyor. Özellikle dış politika koltukları fanatik israil taraftarı ve İslamofobik isimlere emanet olan Trump yönetimi de şimdilik İsrail’in taleplerine uygun bir Suriye politikası sürdürüyor.
Bu, YPG ve PKK’nın Şam yönetimiyle şimdilik anlaşmayıp, ABD ve İsrail’i beklemek gibi bir pozisyon almasına neden olabilir. Bu da Türkiye’deki süreci olumsuz etkileyebilir.
Ama bu pozisyon ancak komjenktürel ve kısa vadeli bir avantaj sağlayabilir, yoksa sadece ABD-İsrail desteğine sırtını dayamış bir gelecek projeksiyonuyla Suriye ve Türkiye dışında komşusu olmayan Rojava bölgesini ayakta tutmak mümkün değil.
Öcalan’ın çağrısı ve Türkiye ile uzlaşma siyaseti daha uzun ömürlü ve güvenli bir seçenek olarak görünüyor.
Yani özetle Öcalan’ın çağrısı tabii ki YPG’yi de kapsar ve bağlar, ama şimdilik teknik şartlar yüzünden Suriye o kapsama alanında değil.